İkinci Yüzyıl’da Yeni Medya Uygulamaları Nasıl Ele Alınmalı?

“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyânâtım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir.” Atatürk, Nutuk’un son sayfasına böyle bir cümle ile başlıyor. Mazi olmuş bir devrin hikâyesini anlatırken en çok yararlandığı kaynağın ne olduğu üzerine düşünürsek telgraf yazışmalarının sıklığı ve sayısı dikkat çekiyor. Buradan anlıyoruz ki; hadiseler cumhuriyetin kurulmasına doğru yürürken dönemin medyasının olanakları da sonuna dek kullanılıyormuş, 19. yüzyılın çocukları olan telefon ve telgraf olmasa belki olayların seyri çok daha farklı olabilirmiş.
İletişim alanında 20. yüzyılın en önemli icadıysa kuşkusuz internet. 21. yüzyılın başında da sosyal medyayla birlikte internetin yeni dönemi başladı. Sosyal medya, en basit kullanıcıya kendi içeriğini üretip sosyalleşmesi için benzersiz fırsatlar tanıyordu. Vizontele (2000) filminde Cem Yılmaz’ın canlandırdığı Fikri karakterinin, Altan Erkekli’nin canlandırdığı Belediye Başkanı Nazmi karakterine televizyonla ilgili olarak sorduğu “Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?” sorusunun cevabı sosyal medyayla birlikte teorik olarak “evet” olmuştu. En azından Zeki Müren, sosyal medya çağına yetişmiş olsaydı böyle bir imkânı vardı. Nice eski yıldızın “iptal kültürü”nden muzdarip olduğu çağda, göreceklerinden memnun olur muydu, bilemiyoruz elbette.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN HAKİKATİN ÖNEMSİZLEŞMESİNE
Sosyal medya, insanların özgürce fikirlerini paylaşıp, toplumsal hareketler başlatabileceği bir alan olarak yükselirken, geleceğe ilişkin öngörüler olumluydu. İnsanın, bilgiye kadar bu kadar kolay ulaşıp, bildiğini bu kadar kolay ve özgürce paylaşabiliyor olması, insanlığı kuşkusuz ileriye götürecekti. Yıllar geçtikçe bunun böyle olmayabileceğine ilişkin işaretler gelmeye başladı. İnsanın “irrasyonel” tarafı bu öngörülerde pek hesaba katılmamıştı. Hakikate gelen özgürlüğün; yalan habere, yanlış bilgiye ve manipülasyona da geldiği çok geçmeden fark edildi. Üstelik yalanlar her zaman gerçeklerden daha çekiciydi ve internetin sunduğu görüş çeşitliliği herkese istediği yalana inanma imkânı tanıyordu. Bu nedenle yaşadığımız çağdan, “hakikatin önemsizleşmesi” anlamına gelecek şekilde, Post-Truth (Hakikat Sonrası) olarak bahsedilmeye başlandı.
İNTERNETİN KAZANIMLARI NEDEN TARTIŞILIYOR?
Bugün 21. yy’ın 21. yılını yaşarken, teknolojinin insanlığı götürdüğü yer konusunda kuşkular daha belirgin. Öyle ki yaygın internetin ilk yıllarında, 1996’da internetin gelişimini desteklemek için eklenen ABD İletişim Ahlâkı Yasası’nın 230. Bölümü dahi, Joe Biden’ın başkan seçilmesinin ardından ABD yasama organlarında daha sıklıkla tartışılmaya başlandı. Bu yasa bölümü, sosyal medya platformlarda kullanıcıların paylaştığı içeriğin yasal sorumluluğundan platformun kendisini sorumlu tutmaması şeklinde özetlenebilir. Türkiye’de de kullanılan yaygın platformların ana vatanında sağlanan bu muafiyet, tüm dünyadaki sosyal medya patlamasının arkasındaki en önemli ateşleyicilerden biri. Yaklaşık çeyrek asır sonra bu kazanımın tartışılıyor olmasının nedeniyse dünyanın her yerinde popülist liderlerin yükselişi, ABD eski başkanı Donald Trump gibi bir figürün sosyal medya platformlarından resmi olarak atılana dek, tüm zırvaları için platformları megafon olarak kullanması ve son olarak ABD’de 2021 yılının ilk günlerinde yaşanan Kongre Baskını. (Hatırlanacağı üzere Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın seçimi kaybetmesiyle, bu sonucu kabullenemeyen Trump taraftarları Kongre Binası’nı basmıştı.)
AKIŞIN ALGORİTMİK DÜZENLENMESİ NEYE YOL AÇIYOR?
Peki, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın daha görevdeyken platformlardan uzaklaştırılması, aşırılıkçı Trump taraftarlarının engellenmesi ve platformların eskisinden farklı olarak sorumluluk almaya zorlanması bir açıdan “sansür” sayılmaz mı? Olaylar demokratik bir seçimi tanımayıp meclis binası basmaya varıyorsa pek sayılmaz. Ancak dahası var. İnternette her fikrin özgürce söylenmesiyle, o fikirlerin algoritmalarla belirlenen bir akışla öne çıkarılması arasında fark var. Çünkü milyarlarca insanı bir araya getiren sosyal medya platformları aynı zamanda birer ticari kuruluş. Her bir kullanıcıyı kendi akışlarında bir saniye daha fazla tutup daha fazla reklam göstermenin ve daha fazla veri toplamının rekabeti içindeler. Bu da insanların paylaştığı iletilerin, ilgi çekme oranlarına göre özel bir sıralamayla gösterilmesini gerektiriyor. İşte bu rekabet, hakikatle ilişkimizi tamamen değiştiriyor. Çünkü ne ilgimizi çekerse onu görmeye başlıyoruz. Bu, bir süre sonra inanmaya eğilimli olduğumuz yalanların da öne çıkmasını sağlıyor. Her iki uçta, herkesin kendi inandıklarından başka hiçbir görüşle yüzleşemediği yankı odaları oluşabiliyor. Platformların bu konuda sorumluluk almayıp her şeyi akışına bıraktığı anlarda da Donald Trump gibi figürler daha bir ön plana çıkıyor.
Kuşkusuz Trump gibi liderleri hazırlayan tek etken sosyal medya olamaz. Bu siyaset bilimin doğasına da aykırı ama kökü geçmişe dayanan kutuplaşmanın körüklenmesi için sosyal medya da yeni bir zemin hazırlamış oluyor. İşte son dönemde özellikle ABD’de dev sosyal medya platformları kullandıkları algoritmalar yüzünden suçlanıyor. İçeride gezinen bilginin daha iyi moderasyona tabi tutulması, aşı karşıtlığı için üretilen yalan haberlerin engellenmesi, algoritmaların daha şeffaf olması hatta kullanıcıların algoritmaları kendilerinin seçmesine ilişkin talepler yükseliyor, düzenlemeler yapılıyor.
ALGORİTMALARI BESLEYEN NE?
Sosyal medya platformlarının sözünü ettiğimiz algoritmik akışı oluşturmak için kullandığı yakıtsa, 21. yüzyılın petrolü diye anılan “verilerimiz.” Verilerin sahipliği, ülke içerisinde tutulması konusu, buradan çıkan ‘Siber Vatan’ tartışmaları da dünyanın her yerinde farklı isimlerle gündemde. Donald Trump’ın kazandığı 2016 ABD Seçimleri sonrası çok tartışılan Cambridge Analytica skandalı, bu tartışma ve distopik senaryoların uygulamalı bir örneğiydi. Güçlü iddialara göre, milyonlarca ABD seçmeni Facebook üzerinden kişisel olarak manipüle edilerek oy tercihleri değiştirilmişti. Çünkü Facebook’ta çok da farkında olmadan bırakılan veri, insanları profillemeye çok müsaitti ve Rusya merkezli bir operasyonla, seçimi Donald Trump’ın kazanması için özel çalışma yapılmıştı. İşte 2020 ABD seçimi de bu iddianın gölgesinde geçti. Sosyal medya platformları, siyasi reklam yasaklarından doğrulama kuruluşlarıyla işbirliklerine, yeni kullanım kurallarından Trump’ın tweetlerini “yanlış bilgi” diye etiketlemeye kadar uzanan bir dizi önlem aldılar. Her şey seçim sonucunu etkileyecek bir operasyonun yaşanmaması içindi ama bu yine de yeterli olmadı. 6 Ocak’taki Kongre Binası Baskını ile birlikte platform temsilcileri, kendilerini kongre üyeleri karşısında ifade verirken buldular. Yukarıda bahsettiğimiz 230. Bölümde sınırlamalar yapılması dahil pek çok düzenlemeye de açıktılar.
TÜRKİYE’NİN DAR GÜNDEMİNE SIKIŞMADAN
Bahsi geçen ABD seçim sürecinde ve sonrasında yaşananlar, sosyal medya çağında demokratik bir seçim yapmak isteyen her ülke için bir ders olabilir. Ne yazık ki, Türkiye’nin dar gündemi, internet ve sosyal medyayı salt özgürlükler açısından ele almayı dayatıyor. Türkiye özelinde geleneksel medyanın ele geçirilmiş olması, sosyal medyayı ve yeni medyayı artık geleneksel medyada yayınlanamayan haberlerin yayınlanabildiği bir nefes alma alanı olarak yükseltiyor. Bu da çok önemli bazı şeyleri tartışma dışında bırakıyor.
Oysa internetin mucitlerinden biri olan Sir Tim Bernes Lee dahi internetin geldiği noktayı bir hayal kırıklığı olarak görüyor ve şu sıralar kurduğu bir vakıf aracılığıyla ve Solid isimli yeni projesiyle interneti yeniden düzeltmek için çabalıyor. Lee’ye göre; internetin tek bir dağıtım noktası olamazdı, yani doğası gereği merkezileşemezdi. Ancak milyarlarca insanı bir araya toplayan sosyal medya platformları bu ilkeyi ihlal ediyor. Sahte haber ve trollerin yükselişi de aslen bununla ilgili. Çünkü platformlar, bu kadar insanı bir araya getirmenin sorumluluğunu tam olarak almadıkları gibi ticari kaygıyla öfke ve sansasyonu algoritmik olarak da öne çıkarıyorlar. Son dönemlerde özellikle ABD’deki kamuoyu baskısı nedeniyle yukarıda bahsettiğimiz önlemleri alsalar da bunlar yetersiz. Tüm bu gelişmeler ademi-merkeziyetçi yeni bir sosyal medya düzeninin gerekliliğinin altını çiziyor. Herhangi bir platform (ticari kuruluş) veya otoriteye, platformların şu an sahip olduklarına benzer bir merkezi güç bahşetmek, internetin dünyayı daha özgür ve demokratik bir yer yapacağı idealine tamamen ters. Aksine böyle bir merkezi güç, demokrasiyi tamamen bitirebilir de.
Son dönemde daha çok kripto paralarla anılan “blok zinciri” teknolojileri daha ademi merkeziyetçi bir sosyal medya düzeni kurmak için fırsatlar da barındırıyor. Çünkü blok zinciri parayı nasıl merkezsizleştiriyorsa, sosyal medyada biriken veri için de aynı etkiyi sağlayabiliyor. Dolayısıyla bu yenilikler, bugün bildiğimiz sosyal medyanın sonunu da getirebilir. Bunlarla eş zamanlı yükselen “dijital emek” tartışmaları, yeni bir hak mücadelesine dönüşebilir.
DİJİTAL MEDYA OKURYAZARLIĞINDA NEREDEYİZ?
Diğer yandan 21. yüzyılın en büyük becerisi dijital medya okuryazarlığı. Ancak eğitim sistemimiz buna göre tasarlanmamış durumda. İnsanların akıllı telefon ve diğer cihazlar aracılığıyla gün boyu ekranlara baktığı bir dünyada medya okuryazarlığı, ülkemizde hâlâ ileri sınıflarda verilen bir seçmeli ders. Oysa eğitimin özellikle Covid-19 pandemisi sonrası aldığı çevrimiçi biçim de gösteriyor ki, dijital medya okuryazarlığı artık eğitim sisteminin temelinde olmalı. Dijital medya okur yazarlığı tek bir ders değil, bütün derslere yayılan bir anlayış olmak zorunda. Eğitim sistemini okul öncesinden itibaren buna göre düzenleyen Finlandiya gibi ülkelerin sağladığı ilerleme de bunun ne kadar isabetli bir tercih olduğunu gösteriyor. Dijital medya okuryazarlığını okulların ötesinde bir yaşam boyu eğitim öğesi haline getirmek 21. yüzyılın siyaseti için kaçınılmaz bir zorunluluk olarak öne çıkıyor.
100 yıl öncenin koşullarında hem kendi coğrafyası hem de dünya için devrimci bir model olarak kurulan cumhuriyetin, ikinci yüzyılına girerken yeni medyayı salt ifade özgürlüğü başlığına sıkıştırmak doğru olmaz. Yeni medyayı, durmaksızın değişen koşullara karşı bir yüksek farkındalık hali olarak ele almak zorundayız. Koşullar öyle değişiyor ki hayranlıkla karşılanan, dünyayı daha özgür, daha bilgili ve daha demokratik hale getireceği öngörülen internet bile kuruluş ideallerinin çok uzağında. Öyleyse:
• İnterneti kuruluş ideallerinden uzaklaştıran sosyal medya platformlarının insanlığın yararına düzenlenmesi için strateji geliştirmek,
• Dijital medya okuryazarlığının okul öncesi eğitimden başlayarak hayat boyu süreceği bir eğitim sistemi inşa etmek,
• Veri hakları ve dijital emek mücadelesi için kitleleri bilinçlendirmek cumhuriyetin ikinci yüzyılında kaçınılmaz bir yeni medya politikası olarak karşımızda duruyor. Bunları ihmal etmenin, ‘gündemde daha önemli şeyler var sırası değil’ diye geçiştirmenin sonuçları, matbaanın 200 yıl gecikmeli gelişinden bile daha ağır olabilir.