Türkiye’nin Yol Ayrımında İstanbul Sözleşmesi’nin Anlamı

Çok uzun süredir, günden güne daha da belirginleşen bir şekilde ülkemizin geleceği için bir yol ayrımında bulunuyoruz. İktidarın siyasi tercihleriyle şekillendirdiği bozuk düzen günlük yaşantımızın her alanına sirayet etmiş durumda. Her birimiz belki farklı kelimelerle niteliyoruz bu sorun bütününü; ama öyle ya da böyle aynı karanlığın tarifi oluyor bu. Düzen hepimizi, herkesi nefessiz, ekmeksiz, tedirgin ve umutsuz bıraktı. Oysa buna mahkûm değiliz! Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında aydınlığın hükmettiği, hakça paylaşılan zenginliğin, umudun ve hayat heyecanının herkes için mümkün olduğu bir geleceği kurabiliriz.
Bu yol ayrımında, hak temelli düzen ve demokrasi için yapılacak toplumsal tercihlerimiz ülkemizi ya zifiri karanlıkta kalmaya mahkûm edecek ya da aydınlık bir geleceğe yol alacağız hep birlikte. Bu yol ayrımı kadınlar için, gençler için, emekçiler için, kimliği nedeniyle ayrımcılığa uğrayan milyonlar için artık çok belirgin. Olmayan güvenceler, uygulanmayan yasalar, hak temelli dünya düzeninden kararlı kopuş, bu düzenin ve bu düzeni kuran Saray rejiminin alamet-i farikaları.
İktidarın bu tanımlayıcı unsurları biz kadınları derinden etkiliyor. İstisnasız her gün, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen kadın cinayeti, kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, cinsel saldırı, cinsel istismar haberleriyle sarsılıyoruz. Siyasal iktidarın iddialarının aksine, son yıllarda kadına yönelik şiddet katmerlenerek artıyor. Kadın haklarının korunması kadınlar için varoluşsal bir mesele, bir “ölüm kalım” meselesi. İşte bu gerçekler ışığında, kadınlar yaşam haklarını güvence altına alacak olan yasal düzenlemelerin başında gelen İstanbul Sözleşmesi’nin eksiksiz uygulanması için büyük mücadele sürdürüyor yıllardır. Kadınlar yaşasın diye, kadınlar özgür olabilsin ve ayrımcılığa uğramasınlar diye, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlansın diye, yol ayrımında karanlıktan aydınlığa çıkabilelim diye…
Kadınlar hayatın içinde İstanbul Sözleşmesi eksiksiz uygulansın diye mücadele ederken, Saray ise bir kez daha halkın gerçeklerinden, ihtiyaçlarından ve çağdaş bir gelecek vizyonundan ülkeyi kopartan adımlar atmakta ısrar ediyor. 20 Mart 2021’in ilk saatlerinde Resmi Gazete’de yayınlanan karar işte tam da bu kopuşun yeni bir örneği oldu. 42 milyon kadının yaşam güvencesi olan, tam on yıl önce TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerin, yani halkın ortak iradesiyle yürürlüğe girmiş olan İstanbul Sözleşmesi’nden adına “Cumhurbaşkanı Kararı” denilen, altında tek adamın imzası bulunan bir metinle çekilme kararını duyurdu Saray.
Bu karar geleceğimize dair yol ayrımında iktidarın tercihlerini çok net ortaya koyuyor. Bu karar demokratik dünya düzeninden çekilme kararıdır. Bu karar kadınların yaşam hakkının hukuki güvencesinden çekilme kararıdır. Bu karar toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir düzenden çekilme kararıdır. Saray’ın Şahsım Düzeninin çekilme kararı işte böylesine çok boyutlu! Aslında buna “çekilme girişimi” demek daha doğru olacaktır, zira alınan karar hukuka ve toplumsal vicdana dayanmıyor. Karar yok hükmündedir.
“İstanbul Sözleşmesi”: Kökleri Türkiye’de
Tam 10 yıl önce, 11 Mayıs 2011’de Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladı ve birkaç ay sonra da TBMM’de oy birliğiyle sözleşmeyi kabul eden ilk ülke oldu. İstanbul Sözleşmesi gibi kadına karşı şiddeti önlemeyi ve cinsiyet eşitliğini sağlamayı hedefleyen bir sözleşmenin ortaya çıkışı, hiçbir siyasi erkin lütfuyla olmadı. Gerek dünyada gerekse ülkemizde, kadınlar haklarını yüz yıllara dayanan mücadelelerin ve dayanışmanın sonucunda kazandı. İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı Kanun gibi koruyucu metinler de kadınların işte bu on yıllara yayılan dayanışmalarının ve mücadelelerin sonucunda ortaya çıktı. Dolayısıyla, kadınların iradesiyle doğan kazanımlar, tek adamın ağzından çıkan iki cümle ile bertaraf edilemez.
Sözleşmenin ortaya çıkışı bir AİHM kararına dayanıyor aslında, hem de Türkiye’ye ilişkin bir karara. Nahide Opuz, boşanmaya çalıştığı erkek tarafından defalarca öldürülmeye çalışıldı, tam 36 kez kolluk kuvvetlerine şikayette bulunmasına rağmen sonuç alamadı. 2002 yılında failden kaçmaya çalışırken kendisine yardım eden annesi katledildi. Nahide’nin annesini katleden fail “kışkırtıldığı” gerekçesiyle serbest bırakıldı. Katil serbest bırakıldıktan sonra Nahide’nin yaşadığı yere giderek Nahide’nin yerini sordu, arkadaşlarına onu da öldüreceğini söyledi. Bu sırada dosya AİHM’e geldi. AİHM’den gelen “Opuz kararı” uluslararası hukukta tarihi bir yer edindi. İlk kez kadına yönelik şiddet ayrı bir şiddet türü olarak nitelendi ve şiddetin de cinsiyeti olabileceği belirtildi. Kararda ilk kez bir devlet, kadını koruyamadığı için mahkûm edildi. Mahkemenin aldığı bu karar, İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanması sürecine zemin hazırladı ve Sözleşme işte böyle bir tarihsel zeminde ortaya çıktı. Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşmesi yabancı değil, bizzat kökü Türkiye’de yer alan bir sözleşme aslında…
Bir yandan da İstanbul Sözleşmesi Türkiye’nin de kurucu üyeleri arasında bulunduğu Avrupa Konseyi’nin sözleşmelerinin başında geliyor. Amacı insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulcu demokrasi ilkelerini korumak ve güçlendirmek olan Konsey’in İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere pek çok sözleşmesi bu ilkeleri hayata geçirmenin hukuki çerçevelerini sağlıyor. İşte bu nedenle, İstanbul Sözleşmesi’nin kökleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında hak temelli dünya düzeninin kurucuları arasında bulunan Türkiye’dedir. İşte bu nedenledir ki bu güçlü kökler Şahsım Düzeni tarafından keyfi bir şekilde söküp atılamaz!
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken karşı karşıya olduğumuz yol ayrımının bir tarifi de bu değil mi zaten? Kökleri derinde olan Cumhuriyet değerlerinden bizleri kopartan bir yıkımın karanlığında mı yol alacağız yoksa köklerimizi güçlendirerek geleceğe mi taşıyacağız? Şahsım Düzeninin Cumhuriyet değerlerinden kopuşa dair ısrarlı tercihi çok açık. Oysa bu yol ayrımında, aydınlık bir geleceğin kökleri, bu topraklardaki kadın ve demokrasi mücadelesinde olan İstanbul Sözleşmesi’nden ve bir kadın devrimi de olan Cumhuriyet’imizi ikinci yüzyılına demokrasiyi güçlendirerek taşımaktan geçiyor.
Peki İstanbul Sözleşmesi neden önemli? Kadınlar için, Türkiye için İstanbul Sözleşmesi ne anlama geliyor?
“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ya da bilinen ismiyle İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girmesinin üzerinden 10 sene geçmesine rağmen önemi artarak süregelen bir sözleşme. O derece ki uluslararası toplumda “altın standart” olarak nitelendiriliyor.
Sözleşme dört temele dayanıyor. Bu dört temel kadınların yaşam hakkının güvence altına alınabilmesi için devletlere düşen temel görevleri tanımlıyor. Önleme, koruma, cezalandırma ve koordineli bütüncül bir politika çerçevesi ile sonlandırma… Kadına yönelik şiddetle mücadelede bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi için uluslararası iş birliğini yaygınlaştırmak, kamu kurumları ve sivil toplum örgütleriyle kolluk güçleri arasında etkili bir iletişimi sağlamak gibi adımlar atılmasını öngörüyor. Kadına yönelik şiddetin son bulması ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için, sözleşmeye taraf olan devletlere pozitif sorumluluklar yükleniyor.
İstanbul Sözleşmesi, birçok konuda ülkelerin kadınların şiddete karşı korunmasıyla ilgili ulusal mevzuatlarından daha ileri düzenlemeler içeriyor. Örneğin Türkiye’deki mevzuat ile kıyaslayacak olursak; Şahsım Düzeninin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme girişiminden beri işlenen kadın cinayetleri içinde özellikle bir durum dikkat çekiyor. Cezaevinden tahliye edilen failler, daha önce tehdit ettikleri, risk altında bulunan kadınları katlediyorlar. İstanbul Sözleşmesi, bu tehlikeye işaret ederek, bizim ulusal mevzuatımızda yer almayan bir düzenlemeyi getiriyor. Daha önce şikâyette bulunmuş, risk altında olduğunu belirten kadınlara şiddet failinin serbest bırakıldığını bildiren bir uyarı gidiyor ve kolluk güçlerince gerekli tedbirler alınıyor. İktidarın hedef aldığı İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar yaşamsal olduğu sadece bu spesifik durumda dahi ortaya çıkıyor.
Şahsım Düzeni ve İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesini savunan dar çevre, sözleşmenin toplumumuzun geleneksel değerleriyle örtüşmediğini iddia ediyor. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması hangi gelenekle ve değerlerle çatışıyor olabilir? Kadınlar uzun yıllara yayılan bir mücadele sonucunda, Cumhuriyet kazanımlarıyla birlikte toplumun eşit yurttaşıdır! Ülkemiz, bir kadın devrimi olan Cumhuriyet ile dünyada kadınların siyasette temsili konusunda öncü bir rol üstlendi. İşte tam da bu nedenle, Orta Çağ’ın karanlık zihniyetini özlemle anan ve bugün bu karanlık zihniyeti hortlatmaya çalışanlara karşı İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak, yaşamsal olduğu kadar bir demokrasi mücadelesidir de.
Bu eril ve karanlık zihniyet, İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan “cinsel yönelim” ifadesinden, sözleşmenin eşcinselliği özendirdiği gibi bir anlam çıkarmaya dahi çalışıyor! Bu gerçekdışı kampanya LGBTİ+ bireyleri hedef alan toplumsal linç kampanyalarının ve ayrımcılığın kaynağına dönüşüyor. Oysa, sözleşmenin böyle bir içeriği yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir siyasi anlayış herkes gibi, LGBTİ+ bireylerin de eşit yurttaşlar olarak ülkemizde yaşamlarını sürdürmelerini güvence altına alacaktır. Ayrımcılığın olmadığı, herkesin eşit yurttaşlar olarak yaşamını sürdüğü bir gelecek ancak güçlü hukuki güvencelerle ve yasaların uygulanmasıyla mümkündür.
Meselenin gelenekler veya değerler olmadığı, demokrasinin tasfiye edilmek istendiği tüm coğrafyalarda geleneklerin arkasına sığınıldığı açık. Meselelerinin erkek egemen dünya düzenini korumak, meselelerinin hak temelli demokrasi düzenini yıkmak olduğu da…
Sonuç olarak…
Bir yol ayrımındayız… Karanlığı dayatan, hak temelli dünya düzeninden kopan, Şahsım Düzeni ile demokrasiyi yıkan bu yapı devam mı edecek, yoksa insan haklarını güvence altına alan yasal düzenlemelere öncülük eden, demokrasiyi yaşatan ve büyüten aydınlık bir düzeni mi kuracağız? Cumhuriyetin birinci yüzyılının tüm kazanımlarının yıkımını görev edinmiş bu düzen devam mı edecek, yoksa gücünü devrimci köklerinden alarak Cumhuriyetimizi ikinci yüzyılda yeniden kuracak bir iradenin etrafında mı kenetleneceğiz? İstanbul Sözleşmesi’ne dair izleyeceğimiz yol işte bu siyasi tercihlerimizi netleştirecek. Türkiye’nin demokrasi ve hukukla mı yoksa otoriter bir rejimle mi yönetileceği; Türkiye’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasinin safında mı yoksa amansız hak ihlallerinin, otoriterliğin, baskı ve şiddetin safında mı olacağı netleşecek…
Bizim bu yol ayrımındaki tercihlerimiz, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını inşa ederken ortaya koyduğumuz siyasi irademiz net! “İstanbul Sözleşmesi yaşatır!” soyut bir slogan değil, geçerliliği defalarca ispatlanmış bir gerçekliktir. İstanbul Sözleşmesi sıradan bir uluslararası sözleşmenin çok ötesindedir. Kadınlar için şiddetten uzak bir yaşamın filizlendiği toprağın kendisidir artık. Haklarımızdan ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz. Eşitlik ve demokrasi mücadelesinden bir adım dahi geri adım atmıyoruz.
İstanbul Sözleşmesi yaşatır!