CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka: AKP’yi Kadınlar İktidara Taşıdı,
Kadınlar İktidardan İndirecek!

İktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın cinayetleri gibi pek çok konuyu CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka ile konuştuk. Söyleşiyi Burak Cop, Kerem Kılıçdaroğlu, Alican Özer ve Düzgün Arslantaş gerçekleştirdi.
AYLİN NAZLIAKA

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aylin Nazlıaka: İsterseniz önce İstanbul Sözleşmesi’ne giden süreci kısaca aktarayım. Çünkü AKP’nin sözleşmeden çıkış kararının içerisinde bir siyasi mimarlık var.

Türkiye 2009 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından aile içi şiddeti önleyemediği için ceza alan ilk ülke olma unvanına sahip oldu ne yazık ki. Nahide Opuz davasında otuz beş bin euroluk bir ceza aldı. Nahide Opuz eşinden şiddet gören bir kadındı, defalarca savcılığa başvurmuştu, eşi ona birçok kez şiddet uygulamıştı. Arabayla ezmekten tutun Nahide Opuz’un annesini katletmeye varıncaya kadar defalarca şiddet uygulamıştı. O yıllarda AKP, Avrupa Birliği’ne giriş sürecinde olumlu bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Hatta 2004 yılında gündüz vakti havai fişek patlatarak Avrupa Birliği’ne girdiğimiz imajını yaratmaya çalışmıştı. İşte böyle bir siyasi iklimde Nahide Opuz davasından almış olduğumuz ceza, ülkemizin Avrupa nezdindeki itibarını çok sarstı. Bu nedenle AKP, İstanbul Sözleşmesi yani tam adıyla Kadına Yönelik ve Aile İçi Şiddeti Önleme ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne sıkı sıkı sarıldı ve böylece Türkiye sözleşmenin ilk imzacısı oldu.

2011 yılında imzalandığında da 2014 yılında meclise gelip genel kurulda oy birliğiyle geçtiğinde de ben milletvekiliydim. Dolayısıyla o süreçte yapılan konuşmaları çok iyi hatırlıyorum, AKP yetkililerinin yapmış olduğu o övgüleri, bu sözleşmeye imza atmaktan dolayı duydukları onuru nasıl ifade ettiklerini çok iyi hatırlıyorum. Bizler de tabii bu sözleşmenin arkasında durmuştuk. O zaman mecliste dört parti vardı; HDP, MHP, CHP ve AKP; dört partinin oy birliğiyle sözleşme yürürlüğe girmişti. Sadece bir AKP milletvekili çekimser oy kullanmış, ertesi gün de gidip ‘‘Ben yanlışlıkla çekimser oy kullandım’’ diyerek meclis başkanlığından oyunu düzelttirmişti. Ne oldu da bugünlere geldik, değil mi? Bir sözleşmenin bir ülkenin şehrinin ismiyle anılmasının getirdiği diplomatik güç var; diplomaside yumuşak güç diye tarif edilen güç. Türkiye, o yıllarda bu gücü arkasına almış ve yüzünü batıya dönmüştü.

Şimdi görüyoruz ki AKP, batıdan vazgeçip özüne dönüyor. Türkiye’yi dönüştürme projesini hayata geçirmek için tarikatlardan, cemaatlerden medet umuyor ama çok büyük hata yapıyor. Bu çok net bir şekilde araştırmalara da yansımış durumda. Mesela MetroPoll’ün yapmış olduğu araştırmaya göre her üç AKP seçmeninden biri “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını onaylıyor musunuz?” sorusuna ‘’Hayır’’ yanıtını vermiş. Aynı şey MHP seçmeni için de geçerli, %31.2’lik bir orandaki MHP seçmeni bu süreci desteklemiyor. Dolayısıyla tamamen yanlış bir karar. Kadınları karşılarına almamaları gerekirdi. Ben biliyorum ki kadınlar sandıkta bunun hesabını soracak. AKP’yi iktidara kadınlar taşımıştı biliyorsunuz. Onları iktidardan indiren de kadınlar olacak.

Bir uluslararası antlaşmadan Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılması mümkün değil; yani aslında hukuken İstanbul Sözleşmesi hala yürürlükte. Siz bu noktada ‘Sözleşme kaldırıldı, bu yanlış bir şeydir, biz bunu geri getireceğiz’ düzleminde mi muhalefet yürütmeyi ön plana alıyorsunuz, yoksa ‘Hayır, bu sözleşme hala yürürlüktedir. Yürürlükte olduğu için de uygulanmalıdır’ mı diyorsunuz?

Aylin Nazlıaka: Sizin de söylemiş olduğunuz gibi Anayasa’nın 104. maddesi gereği bir kanundan Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılamaz. Yine Anayasa’nın 90. maddesi gereği uluslararası sözleşmeler kanun hükmündedir. Bu sözleşme kanun hükmünde olduğu ve mecliste kabul edilerek yürürlüğe girdiği için, usulde paralellik ilkesi gereği yine meclise gelmeli, orada oylanmalı ve ancak o şekilde reddedilirse sözleşmeden çıkılmalıdır. Aynı zamanda burada hukukta fonksiyon gaspı diye tarif edilen, yürütmenin kendini yasamanın yerine koyması hali de söz konusudur. Bu nedenle biz CHP Kadın Kolları olarak ve Meclis Grubumuz olarak Danıştay’a başvuruda bulunduk. Ve yaptığımız basın açıklamasında da İstanbul Sözleşmesi’nin halen yürürlükte olduğunu ve bu kararı tanımadığımızı, tanımayacağımızı söyledik. Peki ne yapacaksınız diyecek olursanız; İstanbul Sözleşmesi’nin 80. maddesinin gereği sözleşmeden çıkmak için 3 aylık bir süreç var. Dolayısıyla 1 Temmuz’a kadar çok yoğun bir şekilde sahalarda olacağız. Tüm kadınlara, İstanbul Sözleşmesi’nin neden gerekli olduğunu anlatacağız.

İKTİDARA GELDİĞİMİZDE SÖZLEŞMEYİ TAM OLARAK UYGULAYACAĞIZ

Zaten biz de İstanbul Sözleşmesi’nin maddelerinden biri olan, 7/24 faaliyet gösteren bir çağrı merkezi kurduk. Bu çağrı merkezimiz kanalıyla; gerek şiddet gören kadınlara, istismara maruz kalan kadınlara ve çocuklara hizmet vermeye devam edeceğiz. Şu anda da bunu yapıyoruz zaten, barolarla imzaladığımız protokoller çerçevesinde ücretsiz hukuki destek veriyoruz. Psikolojik Danışmanlık Rehberlik Derneği ile imzaladığımız protokol çerçevesinde ücretsiz psikolojik rehberlik hizmeti veriyoruz. Aynı zamanda CHP’li belediyelerin olduğu yerlerde kadınların barınma ihtiyacını karşılıyoruz. Bunları CHP olarak biz şu anda icracı bir konumda değilken gerçekleştiriyoruz. Hem iktidara geleceğimiz döneme kadar bu İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir, ‘Bu kararı tanımıyoruz.’ demeye devam ediyoruz. Hem de iktidara geldiğimizde; İstanbul Sözleşmesi’nin tam olarak uygulanacağının da çok net bir şekilde sözünü veriyoruz.

Çünkü sözleşme ilk olarak genel kurulda kabul edildiğinde de yaptığımız konuşmalarda hep şunu söylemiştik: ‘Bu sözleşmeyi imzaladınız ama bakalım uygulayacak mısınız?’. Biz bunu denetleyeceğiz demiştik. AKP hakikaten o süreçten bu yana sözleşmeyi ‘uygulamamaya’ büyük bir özen gösterdi. Çünkü içselleştirmedi ama bunun kadınların can simidi olduğunu ve sadece Avrupa Konseyi ülkeleri için değil, tüm dünyada bir altın standart olarak kabul edilen bir sözleşmedir. Bu nedenle biz sözleşmeden vazgeçmeyeceğiz.

Konuyu daha çok batıyla ilişkilerde otoriterleşme bağlamında değerlendirdiniz. Acaba bunun bir dini gerekçesi de olabilir mi? Tarikatlardan bir baskı olduğu söyleniyor. Hükümetin karar değişiminde böyle bir şey de etkili olabilir mi ve neden şimdi?

Aylin Nazlıaka: Şimdi sözleşmeyle ilgili yürütülen algı operasyonu içerisinde sözleşmenin din düşmanı olduğu da ifade ediliyor. Oysa ki tam tersi, sözleşme her türlü ayrımcılığı önlüyor. Dolayısıyla farklı inanç dünyasından gelen herkesin de istediği gibi yaşayabilmesini teminat altına alıyor. Yine algı operasyonu yapılıyor; deniliyor ki ‘‘Sözleşme erkek düşmanıdır.’’ Oysa ki sözleşme şiddet gören erkekleri de şiddetten koruyor. Yine deniyor ki ‘‘Sözleşme nedeniyle erkekler hapse atılıyor.’’ Oysa ki sözleşmeye göre şiddet uygulayan erkek için sadece tedbir kararı veriliyor. Sonrasında bir soruşturma ve kovuşturma süreci var, yani gerçekten bu kişi suçlu bulunursa cezaevine girebilir. Kadına şiddet uyguladığı ihbarı yapıldığı için anında cezaevine koyulan tek bir erkek bile yok. Ve bu süreç içerisinde yine birtakım kriterler gözetiliyor. Örneğin kadının beyanının hayatın doğal akışına uygun olup olmadığı, tutarlı olup olmadığı gibi birtakım kriterlere bakılıyor.

AKP HATA YAPTIĞINI SEÇİMLERDE ANLAYACAK

Size örnek olarak Kabataş yalanını verebilirim, hani hatırlarsınız ne demişti bir kadın; gündüz vakti yetmiş kadar erkek deri pantolonlar, üst bedenleri çıplak, başlarında siyah bandanalar, ellerinde siyah eldivenlerle bir kadına şiddet uygulamış, kadının altı aylık bebeğini ters çevirip sallamışlar ve güya bunu hiç kimse görüp tepki göstermemiş. Oysaki bunun yalan olduğu ortaya çıktı. Kadının beyanı tek başına esas alınmadı. Sözleşmeyle ilgili yürütmek istedikleri daha birçok algı operasyonu var. Bunlar doğru değil. Sözleşme tamamen ayrımcılığı önleyen ve kadın-erkek eşitliğini, toplumsal cinsiyet eşitliğini önceleyen bir bakış açısına sahip. Burada AKP’nin kendine göre yapmış olduğu birtakım siyasi mimarlık düzeyinde hesaplamalar söz konusu ama yanlış hesap Bağdat’tan dönecektir. Onlar da hata yaptıklarını seçimlerde anlayacaklar.

Bunun dışında neler yapılabilirse kadına şiddet önlenebilir? İstanbul Sözleşmesi dışında neler yapılırsa bu şiddetin önüne geçilebilir?

Aylin Nazlıaka: Covid- 19’un nasıl bir aşısı varsa şiddetin de bir aşısı var, o da eşitlik. Çünkü kadını iki cinsiyetten biri değil, ikinci cinsiyet olarak görenler, kadını toplumun öznesi olarak değil; nesnesi olarak konumlandıranlar onu adeta bir eşya, mal gibi görüp bir eşyaya ve mala nasıl davranılırsa aynı şekilde davranma yetkisini kendinde görebiliyorlar. Elbette şiddeti besleyen başka sebepler de var. Örneğin; işsizlik, artan yoksulluk, göç gibi sosyolojik faktörler de var. Ama hepsinin temelinde dediğim gibi eşitsizlik anlayışı var. Onun için kadına yönelik şiddetle mücadelede ilk olarak yapılması gereken; eşit, adil ve özgür bir düzeni kurmaktan geçiyor.

‘‘Peki bunu nasıl yapacağız?’’ diyebilirsiniz; biz CHP olarak 37. Kurultay’da Genel Başkanımızın açıkladığı ve daha sonrasında kurultayda oy birliğiyle kabul edilen İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde kadın- erkek eşitliğine vurgu yapmış ve orada siyasi partiler yasasında bir değişikliği öngördüğümüzü ifade etmiştik. Ve bunun ilk adımı 8 Mart’ta yani Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde ilk imzacısının Genel Başkanımız olduğu ve kadının parlamentoda eşit temsili için hayata geçirilmesi öngörülen, Siyasi Partiler Yasası’nda değişikliğe dair kanun teklifinin verilmesiyle vücut bulmuş oldu. Kadın nasıl toplumun yarısını oluşturuyor ve diğer yarısını da dünyaya getiriyorsa, her alanda eşit temsil gücüne sahip olmalı. Buna da karar mekanizmalarından itibaren başlamalı. Parlamentoda 600 vekil varsa 300’ünün kadın olacağı, yerel yönetimlerde gene kadın temsilcilerin eşit olacağı şekilde hazırlandı kanun teklifimiz. Ayrıca zebra yöntemi uygulanacak, yani bir kadın bir erkek şeklinde sıralama yapılacak. Biz, öncesinde CHP Kadın Kolları olarak tek tek tüm kadın örgütleriyle, kadın dernekleriyle görüştük, Millet İttifakı’nın temsilcileriyle de görüştük. Yani ciddi bir toplumsal uzlaşı süzgecinden geçerek taslaktan metne dönüştü bu teklifimiz.

AKP KADINA “KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR” MESAJI VERİYOR

Bunu çok değerli buluyoruz ama onun dışında ‘‘İktidara geldiğinizde ne yapacaksınız?’’ diyecek olursanız; ilk olarak yapacağımız şey Kadın Bakanlığı’nı kurmak olacak. Çünkü AKP her alanda kadının adını yok saydı. Örneğin İstanbul Sözleşmesi’nden süzülerek iç hukukumuza uyarlanmış olan 6284 No’lu Yasa meclise gelirken ismi değiştirildi. Yasanın ismi ‘‘Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi’’ iken ‘‘Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası’’na dönüştürüldü. Yani kadına şu mesaj verilmeye çalışıldı; ‘‘Sen şiddet mi görüyorsun? Kol kırılır yen içinde kalır, öncelik aileyi korumaktır.’’ Aile elbette ki toplumun en temel yapı taşıdır. Özenle korunması gerekir. Ama hangi tip ailenin korunması gerektiğinden bahsettiğimiz burada önemli. Eğer kadın her gün şiddet görüyorsa, o ailedeki çocuklar her gün bu şiddete tanıklık ediyorsa ya da o aile içerisinde çocuk istismara maruz kalıyorsa bu aileyi korumak ne kadar doğrudur?

İşte o yüzden biz, AKP’nin bu kadını aile içinde eriten bakış açısı yerine kadını eşit birey olarak gören bir anlayışla bu bakanlığı kuracağız. Doğrudan kadın sorunlarına eğileceğiz. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha çocuk yaştan itibaren içselleştirilmesini hedefleyeceğiz; bu amaçla eğitim müfredatında gerekli düzenlemeleri yapacağız. 4+4+4 yasasına geçişte biz CHP olarak, kız çocuklarının okullaştırılma oranının azalacağını her fırsatta söylemiştik ve iktidarı uyarmıştık. Hatta hatırlatma yapalım, eğer komisyonda CHP’nin iddialı muhalefeti olmasaydı ikinci dörtlük periyot da uzaktan eğitime dönüşmüş olacaktı. Bu da daha fazla çocuk işçi, daha fazla erken yaşta ve zorla evlilik anlamına gelecekti. Bu yasayı değiştireceğiz ve kız çocuklarının okullaştırılma oranlarını yükselteceğiz. Ülkemizin her bölgesinde eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız. Çocuklarımızın çağdaş, laik ve bilimsel bir eğitim alarak fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bireyler olarak yetiştirilmesini temin edeceğiz.

KADININ EV İÇİ YÜKÜNÜ AZALTAN POLİTİKALAR ÜRETECEĞİZ

Bugün Türkiye’de hala iki milyon civarında okuma-yazma bilmeyen vatandaşımız var ve bunların %92’sini kadınlar oluşturuyor. İktidarımızda, okuma yazma bilmeyen tek bir kadın bile kalmayacak. Kadını özgürleştirecek politikaları hızla hayata geçireceğiz. Kamu gücüyle ve yerel yönetimlerle birlikte kreşler, yaşlı bakımevleri, engelli merkezleri, otizmli ve alzheimerlı bireyler için merkezler açarak kadının ev içi iş yükünü azaltacağız. Kadının sosyal ve ekonomik statüsünü yükselteceğiz. Böyle kadınlar hayatın her alanında var olacak.

Bugün baktığınızda mesleklerin bile cinsiyetçi şekilde ayrıldığını görüyorsunuz. Bir mesleği diğerinden üstün görerek söylemiyorum ama; doktorluk, mühendislik gibi meslekler erkekler için; öğretmenlik, hemşirelik gibi meslekler kadınlar içinmiş gibi ayrımcı bir bakış açısı var. Oysaki kadınlar hayatın her alanında var olabilir, her mesleği yapabilirler. Bunun en güzel örneklerini CHPli belediyelerde görüyoruz; kadın itfaiyeciler, kadın otobüs şoförleri…
Biz kadının çalışma hayatında eşit işe eşit ücret aldığı, kayıt dışı çalışmanın son bulduğu ve kadınların ekonomik anlamda da güçlendiği bir Türkiye inşa etmek istiyoruz. Pandemi döneminde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından daha da geriye giden bir süreç yaşadık. Mesela Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksine göre; Türkiye 156 ülke arasında üç puan daha gerileyerek 136. sıraya düştü. Kadının ekonomiye katılımı açısından en sert düşüş yaşayan ülkelerden birisi olduk. DİSK-AR’ın yaptığı bir araştırmaya göre; pandemi sürecinde geniş tanımlı kadın işsizliği %43’lere ulaştı. Ve biliyoruz ki işten çıkartma yasağı olduğu için, ‘‘Kod 29’’ işten çıkarma yöntemi olarak daha fazla kullanılmaya başlandı. Bu şuradan biliyoruz: kurmuş olduğumuz çağrı merkezine bu yönde gelen şikayetler arttı.
Örneğin bir depo görevlisi kadın patronunun kendisine tacizde bulunduğunu ancak şikâyette bulunduğu koşulda onu Kod 29’la işten çıkartacağını söylüyor, ki bu sadece kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, işsizlik sigortasını alamamak demek değil, sadece kara listeye dahil olmak değil, sadece iş bulabilirliğinin azalması değil; aynı zamanda bir kadın olarak daha fazla toplumdan dışlanması anlamına da geliyor. O yüzden kadınların gerçek anlamda çalışma hayatında eşit bireyler olarak yer alabilecekleri, iş güvenliğinin ve iş güvencesinin olduğu bir düzen kurmak istiyoruz.

Bunun yanı sıra rol modelleri ön plana çıkarmak istiyoruz, bugüne kadar Cumhuriyet tarihimizde ve dünya tarihinde bilimde, kültürde, sanatta, sporda, siyasette birçok başarılı kadın var, rol modeller var. Biz Kadın Kolları olarak bu alanda bir çalışma yürütüyoruz ve alanında başarılı olan kadınların hayatta olanlarıyla röportajlar yapıyoruz. Onların daha fazla bilinmesini, tanınmasını sağlıyoruz. Aynı zamanda geçmişte başarılı olmuş kadınların da yine daha fazla tanınmasını teminat altına almaya çalışıyoruz. Kısacası genç kuşakların bu kadınlardan feyz almasını ve kadının hayatın her alanda güçlenmesini esas alıyoruz.

ERKEĞE SORULMAYAN SORULAR KADINLARA SORULUYOR

Kadının yine çalışma hayatında birtakım kotalarla ve teşvik yöntemleriyle istihdamının kuvvetlendirilmesi önemli. Mesela bugün daha işe giriş anından itibaren eşitsizlik başlıyor. Bir erkekle bir kadın işe girerken sorulan sorular bile değişiyor. Eğer o kadın bekarsa çok rahatlıkla Kişisel Verilerin Gizliliği Kanunu hiçe sayılarak, ‘‘Ne zaman evleneceksin?’’ diye sorulabiliyor. Eğer evli ve çocuğu varsa ‘‘İkinci çocuğu yapmayı düşünüyor musun?’’ diye sorulabiliyor, ‘‘Çocuğunuza kim bakıyor?’’ diye sorulabiliyor. Oysaki kadın ve erkeğin eşit sorumluluğu olduğundan yola çıkarak bu soruların erkeğe sorulmadığı gibi kadına da sorulmaması gerekir.

Ve tabii ki kadına yönelik şiddetle mücadelede iktidarın yaptığı gibi samimiyetsiz bir duruş sergilemeyeceğiz. Neyi kastediyorum; mesela elektronik kelepçe gerçekten de şiddet mağduru kadını koruma aşamasında gelişmiş ülkelerde kullanılan bir yöntem. Ben İçişleri Bakanı’nın elektronik kelepçe ile ilgili sözlerini takip ettim. ‘‘Yerli ve milli kelepçe üreteceğiz.’’ dediler. Yıl sonu dediler, ocak ayı, mart dediler hala elektronik kelepçe yok. Ama o kelepçe tamamen demokratik haklarını koruyan Boğaziçili gençler için hemen bulunabildi ve onlara takılabildi. Biz yapacağımızı söyleyeceğiz, söylemediğimizi yapmayacağız. Samimi olacağız.
İstanbul Sözleşmesi’nin temelde dört bacağı var, diyor ki; kadına yönelik şiddeti önle, önleyemediysen kadını koru, koruyamadıysan şiddet uygulayanı cezalandır ve bütüncül politika üreterek kadını hayatın her alanında güçlendir. Bunu yaparken de ilgili devlet kurumlarını birbiriyle koordine et. Yani bizim kuracağımız adıyla Kadın Bakanlığı şu anki adıyla Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını, Milli Eğitim Bakanlığını, Adalet Bakanlığını ve İçişleri Bakanlığını koordinasyon içerisinde olmaya davet ediyor ve aynı şekilde verileri sıkı takip etmeyi, şeffaf, hesap verebilir olmayı da öngörüyor.

KADIN CİNAYETLERİ GİZLENİYOR, DEVLETİN YAPMASI GEREKENİ BİZ YAPIYORUZ

Şu anki sistemde ne yazık ki veriler gizleniyor. Mesela en son 2002’de verilen soru önergesinde; 66 kadın cinayeti olduğunu, 2009’da %1400 oranında arttığını biliyoruz. Ondan sonraki rakamları biz bakanlıklardan alamadık. Ben de milletvekilliği yaptığım üç dönem boyunca sık sık soru önergeleri verdim. Ancak o önergeleri yanıtlamıyorlar. Peki nasıl takip ediyoruz, biz şu anda CHP Kadın Kolları olarak tek tek bütün yerel gazeteleri tarıyoruz ve buradan çıkan verileri birleştiriyoruz. Yani düşünebiliyor musunuz? Devletin yapması gerekeni biz yapıyoruz… Yine kadın örgütleri, kadın dernekleri yapıyor. Biz hep şunu söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz; kadın cinayetleri politiktir. Kadın cinayetleri münferit değil sistematiktir. AKP kadın cinayetlerinin çok olduğu günlerde hemen kınama ve başsağlığı mesajları yayınlıyor, görev savıyor. Mesela 29 Aralık tarihinde dört kız kardeşimiz katledildi, kınama mesajları açıkladılar. Oysaki onların görevi kınamak değil, şiddeti önlemektir! Üstelik biz o gün yerel gazeteleri taradığımızda gördük ki dört değil altı kız kardeşimiz öldürülmüştü. Yani o veri de sağlıklı değildi, sadece kamuoyuna yansıyanlar biliniyor.

Şüpheli ölüm çok fazla, şüpheli ölümler göz ardı ediliyor, dosyalar hızla kapatıldığı için şüpheli ölüm olarak kalmaya devam ediyor ya da intihar deniliyor, cam siliyordu düştü öldü deniliyor, apartman boşluğundan düştü deniliyor; oysaki onların da üzerine gidilse farklı bir tabloyla karşılaşacağız. Geçtiğimiz yıl 301 kız kardeşimiz, ondan önceki yıl 474 kız kardeşimiz yaşamdan koparıldı. Bunlar birer sayı değil birer hayat… 1 bile çok yüksek bir sayı aslında, onun için biz hiçbir kız kardeşimiz yaşamını kaybetmesin diye mücadele etmeye devam edeceğiz elbette.

Başkanlık sistemine karşı çıkan ve parlamenter sisteme geri dönmeyi savunan partilerin geçmişte bir arada hareket ettiğini, ittifak kurduğunu ve muhtemelen önümüzdeki seçimlerde de bir ittifak kuracaklarını görüyoruz, belki o ittifak genişleyecek de. Siz bu ittifakın diğer olası partnerlerine baktığınız zaman, kadına karşı şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi konusunda onlarla uyumlu bir çalışma yürütülebileceğini düşünüyor musunuz? Şu ana kadar onlarla temaslarınız ne düzeyde, adımlarınızı onlarla uyumlu hale getirebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Aylin Nazlıaka: Öncelikle şunu söyleyeyim aslında kadın hakları meselesi aynı zamanda bir insan hakkı meselesidir. Demokrasi dediğimiz rejim katılımcılık demektir. Dolayısıyla toplumun yarısının yok sayıldığı bir ortamda demokrasiden bahsedilemez. İşte tam da bu nedenle kadın hakları partiler üstüdür. Biz bu partiler üstü olma halini en son Meclis’te 24. Dönem’de yaşamıştık. Az önce de bahsettim hem İstanbul Sözleşmesi hem 6284 Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Yasası’na dört parti de olumlu yönde oy vermişti ve partiler üstü bakılmıştı, iktidar tarafından önerildi diyerek asla farklı yaklaşılmamıştı ama bu ucube sisteme geçildikten sonra, şahsım hükümeti kurulduktan sonra ne yazık ki bu bütünsel yapı bozuldu.

Tüm siyasi partileri gözettiğimiz koşulda görüyoruz ki Cumhur İttifakı’ndaki demokrat siyasetçiler ve özellikle kadın siyasetçiler bu süreçte bizimle aynı düşünseler bile bunu söyleyebilecek durumda değiller. Biz İstanbul Sözleşmesi ile alakalı olarak onlarla da temas kurmaya çalıştık. İlçelerde ve il bazında temas kuruyoruz, oralarda açıkça ifade ediyoruz; fesih kararının doğru olmadığını açıkça belirtiyoruz. İçinde bulunduğumuz tablo onların bunu yüksek sesle söylemesini zorlaştırıyor. Mesela Özlem Zengin sözleşmeyle ilgili oluşturulmak istenen algı operasyonunda; ‘‘Sözleşme eşcinselliği teşvik ediyor’’ denildiğinde ‘‘Ben sözleşmeyi defalarca okudum, böyle bir madde yok’’ dedikten sonra sessizleştirildi. Onun için Cumhur İttifakı’ndaki kız kardeşlerimizi bir kenara koyuyorum, dönüyorum Millet İttifakı’na ve Millet İttifakı’na son dönemde katılan yeni dostlarımıza. Orada da kadın politikalarından sorumlu olan arkadaşlarımızla yoğun temas halindeyiz ve gerçekten de birçok konuda hem duygu hem de düşünce birliği içerisindeyiz.

İttifakı oluşturan üç temel kriter var biliyorsunuz; bir tanesi parlamenter demokrasinin güçlendirilmesi, bir diğeri güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesi, bir diğeri üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünün kurulması. Her üç noktada ve eşit bir toplum inşa etme konusunda benzer düşüncelere sahibiz. Bu nedenle de olabildiğince adımlarımızı birbiriyle uyumlu hale getiriyoruz, fikir alışverişi içerisinde bulunuyoruz.

KADINLAR HAYIR DEDİKLERİNDE MUTLAKA SONUÇ ELDE EDİYORLAR

Ayrıca kadının örgütlü gücünü yükseltmek adına kadın dernekleriyle de bu süreçte hemhal olduk. Mesela gittiğimiz bütün illerde yaptığımız toplantılarda tüm kadın örgütleriyle bir araya geliyoruz ve şunu görüyoruz; AKP bizim dallarımızı budamaya çalıştıkça biz giderek daha da kökleniyoruz, AKP bizi ayrıştırmaya çalıştıkça biz birbirimize daha fazla kenetleniyoruz. Türkiye’de kadın hareketinin dönüştürücü bir gücü var. Bunu geçmişte de tecrübe ettik. Öyle görünüyor ki bu süreçte yine tecrübe edeceğiz. Mesela 2012 yılında kürtajı yasaklamaya kalkmışlardı ve o dönemde biz kadınlar yan yana durmuştuk. ‘‘Benim bedenim, benim kararım’’ demiştik. Örgütlü gücümüzle sahalara çıkmıştık, eylemler yapmıştık. Konuyu Mecliste gündemde tutmuştuk. Geri adım atmak zorunda kalmışlardı. Yine tecavüzcüleri aklama yasasını getirmeye çalıştılar; aynı şekilde hem farklı siyasi partilerin kadın örgütleri hem de kadın hareketi bir arada mücadele etti. Mecliste protestolar yapıldı, Mecliste basın açıklamaları yapıldı ve geri adım attılar. Yani kadın hareketinin mücadelesi mutlaka sonuç elde ediyor. Önemli olan yan yana durabilmek, kadınlar bunu başarabiliyor. Ortak akla ve ortak hedefe kilitlenebiliyor. İşte öyle günlerden geçiyoruz. O yüzden, ilk seçimlerden sonra bir kez daha kadınların dönüştürücü gücü hayata geçecek ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin olduğu bir Türkiye inşa edilecek. Göreceksiniz; Cumhuriyet Halk Partisi’nin liderliğinde dostlarımızla birlikte bunu başaracağız. Buna yürekten inanıyorum.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: