Pandemi Kadınların Siyasetten Dışlanmasına Neden Oluyor

Koronavirüs salgını, yaşamın her alanını etkilediği gibi dünyadaki siyasi süreçleri de aksatmaya devam ediyor. Birçok parlamento faaliyetlerini askıya aldı ya da sınırlandırdı. Türkiye de dahil çok sayıda ülkede halk sağlığı adına yurttaşların toplanma ve ifade özgürlüğü kısıtlandı ve 73 seçim ertelendi. Otoriter ve otoriter eğilimli liderler ise, güçlerini sonuna kadar kullanarak bu krizden yararlanıyorlar. Türkiye’de halk sağlığı tedbirleri adı altında gece yarısı kararnameleri ve İçişleri Bakanlığı genelgeleri ile keyfi yasakların, kısıtlamaların güçleştirdiği bir yaşam sürdürüyoruz uzun süredir. Pandemi, dünyanın dört bir yanındaki feministlerin Kadın 10 Yılı süreçleri arasında özellikle 1995 Pekin Eylem Platformu’nun 25’inci yıldönümünü kutlamaya ve ilerici taahhütleri gerçekleştirmek için yeni adımlar atmaya hazırlandıkları bir zamanda ortaya çıktı.
Bu süreçte kadınların siyasete katılımında önemli ilerlemeler sağlansa da, genel değişimin hızı yavaş ve dengesiz oldu. Pek çok yerde, toplumsal yaşamda cinsiyet eşitliğine doğru ilerleme, kadınların kazanımlarını geri almaya çalışan muhafazakâr/İslamcı otoriter aktörler tarafından tehdit edilerek durduruldu. Örneğin, Polonya’da kürtajın yasaklanması, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaya çalışan orta ve doğu Avrupa ülkelerinin bazıları gibi. Bütün bunların Türkiye’de toplumsal cinsiyete dayalı sonuçları ise, önce İstanbul Sözleşmesi’nden geri çekilmekle birlikte başladı. Ardından kadın pedi satışlarının market yasakları ile gündeme geldiği başka bir seviyeye ulaştı. Ancak biliyoruz ki, BM tarafından yapılan bazı çalışmaların dışında, olup bitenin toplumsal cinsiyete dayalı maliyetlerini araştıran çok az analiz var. Medyada, toplumsal cinsiyet ve salgın siyaseti hakkındaki temel söylem; kadın liderlerin salgının yönetilmesi sürecindeki başarılarına, özellikle Almanya’da Angela Merkel ve Yeni Zelanda’da Başbakan Jacinda Ardern özelinde kadın politikacıların krize yanıt vermedeki etkililiğine odaklanıyor. Bunlar tartışılırken ve öne çıkartılırken, daha kaygı yaratan küresel bir fotoğraf karanlıkta kalıyor. Pandeminin derin siyasi ve sosyoekonomik etkileri, kadınların siyasi katılımındaki ilerlemelerini durdurma, hatta tersine çevirme potansiyeli ile ciddi risk taşıyor.
Kadınların Siyasete Katılımının Önündeki Yeni Riskler
Kadın hakları savunucuları, kadın örgütleri ve kadın siyasi liderler, pandemi devam ederken kadınların siyasete dahil edilmesine yönelik yeni risklerle karşı karşıya olduğumuzun altını çiziyorlar. Özellikle seçimlerin, demokratik hesap verebilirliğin ve kadınların resmi siyasi kurumlarda temsilini sağlamaya yönelik çok önemli süreçler olduğunu söylersek; öncelikle kadınların seçmen ve aday olarak seçime katılımı üzerindeki sonuçlara odaklanmak gerektiğini vurguluyorlar. Çünkü pandeminin dışlayıcı siyasi yapıların sertleşmesine yol açma olasılığı giderek artıyor. Bu bağlamda 4 temel riskten söz ediliyor;
- Artan ekonomik güvencesizlik ve geleneksel cinsiyet rollerine dönüş; pandemi sırasında azalan iş hacmi, kapanmalar, farklı sektörlerde yaşanan kriz kadınların ekonomik güvencesini daha fazla etkiledi. Ücretsiz ev ve bakım işleri arttı. Pandemiden önce kadınlar, erkeklerden üç kat daha fazla ücretsiz ev işi yapıyorlardı, pandemi sürecinde bu beş katına çıktı. Çoğu toplumda geleneksel sosyal normlar bakım vermeyi hala öncelikli olarak kadınların sorumluluğu olarak çerçevelediği için bu yük pandemide arttı. Örneğin, ABD’de kadınların işgücüne katılımı şu anda erkeklerden daha hızlı düşüyor ve kadınların yarısına yakını kariyerlerini yavaşlatmayı ya da işlerini bırakmayı düşünüyorlar. Güney ve Güneydoğu Asya’da yapılan yakın tarihli bir BM araştırması pandemi sırasında kadınların çocuk bakımı, yetişkin bakımı ve ev işleri gibi üçlü görevleri erkeklere göre daha fazla yaptıklarını ve bunun kadınlar için evden çalışmayı imkânsız hale getirdiğini ortaya koyuyor. Dünyanın dört bir yanındaki kadınlar orantısız bir şekilde kayıt dışı ve sosyal güvencesiz işlere yöneliyorlar. Tüketimi ve hareketliliği kısıtlayan halk sağlığı düzenlerinden kadınlar ciddi şekilde etkilendiler. Örneğin, Güney Afrika’da işini kaybeden 3 milyon insanın üçte ikisini kadınlar oluşturuyor. Kenya’da yapılan bir araştırma, çalışan kadınların yarısından fazlasının işlerini kaybettiğini ortaya koyuyor. Bu iki eğilim, ekonomik güç ve zaman açısından mevcut cinsiyet eşitsizliklerini daha da derinleştiriyor ve bu da genellikle kadınların siyasete girmesini engelliyor. Siyasi kampanyalar çoğunlukla maliyetli çabalar. Adaylar, partilerin seçim listelerine dahil edilmek için bile önemli bir ücret ödemek zorundalar. Siyasi partilerde, genellikle zamansız çalışma saatleri ve çeşitli harcamalar yapılması gerektirdiğinden kadınların bakım hizmetlerine ayırmak zorunda oldukları zaman göz ardı ediliyor. Böylece kadınların siyasette var olmaları için hem yaşlarının ilerlemesi ve hem de paralarının olması gerekiyor. Pandemi, bu durumu güçlendiriyor. Siyaset kadınlar için daha fazla fedakârlık ve para harcamak anlamına geliyor.
- Erkeklerin siyasi egemenliğini güçlendiren uygulamalar; pandemi ile resmi siyasi süreçlerdeki aksaklıklar, kadın adaylar için siyasetin erişilebilirliğini azaltıyor. Bu durumda gayrı resmi süreçlerin ve kurumların gelişmesi ile halihazırda baskın olan kişi ve grupların desteklenmesi eğilimi artıyor. Örneğin, ön seçimlerde siyasi partiler içinde özellikle erkek egemen sosyal ağların parçası olan adayları seçme eğiliminin ortaya çıkma olasılığı daha fazla. Bu bağlamda bakınca, Türkiye’de siyasetin hep pandemi koşullarında sürdürüldüğünü de düşünmeden edemiyor insan.
- Çevrimiçi platformlara erişmekteki eşitsizlikler; çevrimiçi kampanyalara ve seçmen katılımına geçiş, kadın seçmenler ve adaylar için yeni zorluklar yaratıyor. Küresel olarak, kadınların çevrimiçi platformlara ve sosyal medya araçlarına ortalama olarak erkeklere göre daha az erişimi ve aşinalığı var. İnternet hizmetlerinin zayıf olduğu yerlerde, özellikle kadınlar, çevrimiçi olarak yayılan siyasi süreçler hakkında bilgi almakta zorlanırlar. Adaylar için, yüz yüze toplantılardan uzaktan kampanyaya geçiş dijital eşitsizlikler nedeniyle güçtür. Ayrıca, bu durum daha yerleşik profillere ve ağlara sahip olanlara yarar sağlar. Örneğin, birçok ülkede televizyonda ya da radyoda görünür olmak, sesini duyurmak kadınlara yeterince açık değildir. Mevcut medya olanaklarının çoğu iktidarlara ve politikacılara aittir. Kadınların bununla rekabet etmesi güçtür. Öyleyse kitlelere nasıl ulaşacaklardır? Bazı yerel sivil toplum kuruluşları, kadın adaylar için sosyal medya kullanımı ve dijital kampanyalara odaklanan eğitimler sunar, ancak tüm kadınların sanal olarak katılma koşulları da buna uygun değildir. Ayrıca, bu türden eğitimler şu anda özellikle Türkiye’de ve diğer pek çok ülkede siyasette kadınları destekleyen büyük sosyal ağlar ve bağışçılar tarafından finanse edilen girişimlere de entegre edilmemiştir. Çevrimiçi kampanyalara ve seçmen katılımına yönelinmesi kadınları güçsüzleştirmektedir. Pandeminin başlangıcından bu yana dünyada cinsiyete dayalı şiddette şaşırtıcı bir artış olduğu bildiriliyor. Ortaya çıkan kanıtlar, özelden kamusal alana uzanan toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin devamlılığının bir parçası olarak çevrimiçi şiddette de bir artış olduğunu gösteriyor. Bu, özellikle kutuplaşmış siyasi ortamlarda yeni bir eğilim değil. Çevrimiçi siyaset kadınlar için ayrı bir mücadele alanı. Türkiye’de kanat önderi, gazeteci, bilim insanı, feminist aktivist kadınlara yönelik örneklerini sıkça görüyoruz.
- Kadınların görünürlüğünün azalması; pandeminin kadınları kamuoyunda daha az görünür hale getirmesi ve kadın hakları konusundaki tartışmaları siyasi gündemden uzaklaştırması da önemli risklerden biri. Dünyanın dört bir yanındaki siyasetçiler kriz yönetimi moduna geçtikçe, üst düzey erkek siyasetçiler, her ne kadar çoğu zaman toplum tepkilerine öncülük edenler kadınlar olsa da, siyasi tartışmalara, basın brifinglerine ve medya tartışmalarına hükmetme eğilimindeler. Örneğin, küresel olarak, ülkelerin Covid ile ilgili görünür olan ve perde arkasında yönetsel görev alan kamu figürlerine baktığımızda % 85,2’si erkek. Örneğin; İngiltere’de salgın sırasında hükümetin günlük basın brifinglerinin % 42,5’i kadın siyasetçi ya da uzmanların olmadığı erkeklerden oluşan bir kadro ile düzenleniyor. Aynı durum Polonya’da da gözleniyor. Türkiye’de salgına dair konuşabilen kadın uzmanların sayısı bir elin parmaklarının sayısını aşmıyor. Salgını yönetmek erkek işi gibi davranılıyor, zaten sıklıkla yayınlanan genelgelerden de bunu görüyoruz. Bu dengesizlik erkeklerin siyasi liderlik ve kamu görevlerinde aşırı temsil edilmeye devam ettiği gerçeğini yansıtıyor. Covid-19 ile ilgili organlara atamalar da öyle. Ülkemizde varlığı ciddi tartışmalara neden olan bilim kurulundaki uzmanların dağılımına dair bir bilgimiz yok. Ancak, zaten alınan kararlardaki etkililikleri de tartışmalı olan böyle bir kurul için konuşmak da boşa çıkıyor bu durumda. Bu çarpık perspektif ve yapısallık siyasi gündeme kapalı acil cinsiyet eşitliği önceliklerini tartışmaktan bizi alıkoymamalı. Önümüzdeki süreçte, kurumlar kadınların siyasete dahil olmadığı mesajını vermeye devam ettikçe, görünür kadın liderlerin yokluğu, kadınları siyasetle uğraşmaktan daha da caydırma etkisi yaratacaktır.
Sonuç olarak; pandemi bu endişe verici eğilimlere rağmen, aynı zamanda kadınların siyasi katılımını güçlendirmek için fırsatlar da barındırmaktadır. Çünkü artık daha güçlü feminist dayanışma ağlarının doğuşuna tanık olduğumuz da bir süreçteyiz. Kadınlar çevrimiçi ortamda geçmişe göre daha fazla ses çıkarıyorlar ve mevcut pandemik tepkilere yönelik feminist eleştiriler için daha geniş kitlelere ulaşıyorlar. Mevcut araştırmalar, istisnai kriz ortamlarının kadınların siyasi temsiline daha fazla destek sağlayabileceğinin altını çiziyor. Çünkü pandemi empati ve bakım gibi genellikle kadınlarla ilişkilendirilen niteliklere olan talebi artırıyor. Ve gelişmiş ülkelerde partiler seçmenlerinin dikkatlerini; kadınların eğitim, sağlık gibi sorunları daha insani ele almakta yetkin oldukları fikrine yöneltiyorlar. Alman Yeşiller Partisi ve genç kadın liderinin yükselişini bu bağlamda düşünmek gerek. Covid-19 salgını geleneksel cinsiyet rollerine dönüşü hızlandırsa bile, klişeleşmiş kadınsı özelliklerin siyasi liderlerde daha fazla değer görmesi için fırsat yarattığını da yadsıyamayız. Elbette, bu söylemin özünde bir risk var; kadın liderler/siyasetçiler üzerinde erkeklerden daha fazlasını vadetme baskısı yaratabilir. Bu da onların daha sert bir şekilde seçmen tarafından cezalandırılabileceği anlamına gelir. Kadın liderler için, bu süreçte siyaset cam bir zeminde sürdürülmektedir.
Pandemi, mevcut yönetişim paradigmalarını ve bunların ardındaki cinsiyet normlarını yeniden hayal etme ve inşa etme olanağı da yaratabilir. Krizler yeni davranışları teşvik edebilir. Yeniden inşa dönemleri, eşitsiz cinsiyet normlarını değiştirebilme, böylece bizi daha dayanıklı yönetişim sistemlerine ulaştırabilecek politikalar için baskı fırsatları yaratabilir. Örneğin, Covid-19 salgını kamu kurumlarının ve özel işverenlerin çalışma şeklini yeniden düşünmelerine yol açtığından, uzaktan çalışma kadın istihdamı için bir baskı yaratabilir. Bütün bu risklerin üstesinden gelmek, pandemi sırasında ve sonrasında kadınların siyasi katılımını güçlendirmek için partilerin ve sivil inisiyatifin bir toplumsal cinsiyet merceği kullanması anlamına geliyor. Türkiye’de her ne kadar kadın hareketi muhafazakâr İslamcı hükümet ve devlet tarafından ciddi bir mukavemetle karşılaşsa da, feminizmin toplumsal cinsiyet eşitliği talebini daha önce hiç olmadığı ölçüde geniş kitlelere ulaştırmaktadır. Pandemiden sonraki kadın mücadelesi kazanılmış hakların ve hak taleplerinin devam ettirilmesi odaklı olacağı gibi, ayrımcılığa karşı dayanışmaya ortak alanlar açan, ulusal sınırları aşan dayanışma ağının parçası olarak sürdürülecektir. Bu demokratik bir sosyal muhalefet anlamına gelir ki, bu anlamda bir muhalefeti görmezden gelmek siyasi partilerin akıbeti için oldukça çarpıcı sonuçlar yaratacaktır. Bu nedenle, partilerin politika ve hedeflerini sistematik olarak gözden geçirmeleri kaçınılmaz görünüyor. Toplumsal cinsiyet içeren kurumsal reformlar için çabalarını yenilemeleri gerekiyor. Yerel düzeyde kadın seçmenleri ve adayları desteklemek için çalışan ve çabaları sürekli yerel ve uluslararası desteğe ihtiyaç duyan cinsiyet eşitliği aktivistlerinden de çok şey öğrenebilirler ve öğrenmelidirler. Covid-19 salgınının cinsiyet eşitliği üzerindeki nesiller boyunca etkisini hafifletmek siyasetin sürdürülebilirliği için en önemli sorumluluklardan biri olarak önümüzde duruyor. Buna yönelik ilerici politikaların benimsenmesi ve uygulanmasını sağlamak için yapılabilecek ulusal, yerel ve örgütsel çalışmaların bir an önce yaşama geçirilmesi gereği de öyle…