Türkiye’de Kadın İstihdam Oranları Artırılmalı

GÖKÇE UYSAL

İşgücü piyasalarının takibi açısından en önemli göstergelerden biri istihdam oranıdır. İstihdam oranı, çalışma çağında olan nüfusun ne kadarının beşeri sermayesinden ekonomik sistem içerisinde faydalanıldığını gösterir. İstihdam oranlarının takibi hem ekonomik kaynakların etkin kullanımı açısından hem de hanelerin gelir kaynaklarına erişimi ve gelirin haneler arası paylaşımı açısından önem teşkil eder.

Benzer gelişmişlik seviyelerine sahip ülkelerle kıyaslandığında Türkiye ekonomisinin önemli yapısal sorunlarından biri istihdam oranlarının düşük olmasıdır. 2019 yılında Türkiye’de istihdam oranı yüzde 50 iken OECD ortalaması yüzde 68’dir. Bu düşüklüğün ardında toplumsal cinsiyet farklılıkları yatmaktadır. OECD ortalaması %76 olan erkek istihdam oranı Türkiye’de %61, OECD ortalaması %68 olan kadın istihdam oranı ise Türkiye’de %32’dir. Türkiye’deki kadınların istihdam oranlarının uluslararası tüm kıyaslamalarda oldukça geride kaldığı görülmektedir. Bir başka deyişle Türkiye, işgücü piyasasında kadınları yeterince istihdam edememekte, beşerî sermayesinden yeterince faydalanamamaktadır.

Kadın istihdam oranlarının düşüklüğü iki farklı eğilimi yansıtmaktadır: Kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük seyretmesi ve kadınların işsizlik oranlarının yüksek seyretmesi. Kadınların işgücüne katılımlarının düşük olmasına dair en iyi bilinen nedenlerden biri kadınların eğitim seviyelerinin erkeklere kıyasla daha düşük olmasıdır. Zira eğitim bireylerin işgücü piyasasında karşı karşıya oldukları ücret, terfi koşulları, kayıtlı işlere erişim gibi çalışma koşullarını iyileştirir. Dolayısıyla yüksek eğitimli kadınların işgücüne katılım oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu bağlamda 4+4+4 olarak bilenen ve 2012’de başlayan 12 yıllık zorunlu eğitim uygulaması ve üniversite sayısının artırılmasıyla birlikte kadınların eğitim seviyelerinin hızla arttığı söylenebilir. Bu politikalar sonucunda üniversite mezunları arasında kadınların payının arttığı görülmektedir.

Ancak kadın istihdamının artırılması için kadınların eğitim seviyelerinin artırılması maalesef yetersiz ve geç devreye giren bir politika aracıdır. Son on yılda kadınların eğitim seviyelerinin artmasına karşın özellikle üniversite mezunu kadınların işsizlik oranlarının ciddi seviyede arttığı söylenebilir. Üstüne üstlük yapılan araştırmalara göre Türkiye ile Yunanistan ve İtalya gibi ülkeler arasındaki kadın işgücüne katılım oranı farkları ayrıştırıldığında eğitim seviyesi farklılıklarının katılım oranlarının sadece bir kısmını açıkladığını göstermektedir. Başka bir deyişle, kadın nüfusun eğitim seviyesi, Yunanistan ve İtalya gibi nispeten düşük katılım oranına sahip ülkelerle aynı olsa dahi Türkiye’de kadın katılım oranlarının daha düşük kalacağı anlaşılmaktadır.

Kadın işgücüne katılımı ve istihdamı sadece eğitimle belirlenmez. İktisat teorisine göre haneler işgücüne katılım ve ev içi üretim kararlarını tek bir karar olarak değerlendirirler. Türkiye gibi ataerkil toplumsal cinsiyet rollerinin yaygın olduğu bir yapıda, birçok hanede kadınların hane içi üretimdeki rolleri birincil rol olarak tanımlanır. Erkeklerin kamusal alanda çalışarak para kazandığı, kadınların ise özel alanda ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu olduğu, daha geleneksel rollerin hüküm sürdüğü hanelerde kadınların işgücüne katılmadıkları, katılsalar dahi işgücü piyasasında çalışıyor olmalarına rağmen hane içi üretimden aslen sorumlu olmaya devam ettikleri yaygın olarak görülmektedir. Dolayısıyla ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri hükmünü sürdürdüğü takdirde işgücü piyasasında çalışan kadınların çift vardiya yaptıkları aşikardır.

Bu koşullar altında, daha yüksek eğitim seviyesine sahip kadınların, yardımcı başka kadınlar çalıştırarak, bakıma muhtaç küçük çocuklarını yuvaya göndererek, kısacası hane içi üretimi piyasadan satın alarak üstlerindeki iş yükünü bir nebze olsun azalttıkları görülmektedir. Ancak özellikle düşük eğitim seviyesine sahip kadınlar için bu olanaklar maalesef çok kısıtlıdır. İşgücü piyasasında genelde kayıt dışı işlerde sıkışıp kalan düşük eğitimli kadınların, bu hizmetleri dışarıdan alacak kadar para kazanamadıklarını tahmin etmek zor değildir.

Elbette Dünya’da toplumsal cinsiyet rollerini tam anlamıyla eşitlikçi olarak tanımlayabilmiş çok az sayıda toplum bulunmaktadır. Daha ziyade, tamamiyle ataerkil bir düzlem ile tamamiyle eşitlikçi bir düzlem arasında bir dağılım mevcuttur. Kadınları ücretli çalışmaya dahil etmede yol kat etmiş ülkelerde özellikle bakım hizmetlerinin yaygın olarak devlet tarafından sağlandığı görülmektedir. Böylelikle devletler hem kadınların işgücü potansiyelinden faydalanmakta, ülkedeki insan kaynağını artırmakta, hem de çocuklarının ve yaşlıların bakımlarının kaliteli, erişilebilir ve sürdürülebilir şekilde sağlanmasını garanti altına almaktadır. Bakım hizmetlerinin devlet tarafından sağlanması, kadın işgücüne katılım oranlarının artırılması için gerekli ama yine yetersiz bir politika olarak görülmelidir. Zira kurumsal bakım hizmetlerinin devlet tarafından sağlandığı birçok ülkede kadınların halen hane içi üretimden aslen sorumlu olmaya devam ettiği görülmektedir.

Benzer şekilde gerek çalışma saati gerek çalışılan mekân açısından daha esnek çalışma olanaklarının da kadınların üzerindeki çift vardiyayı hafiflettiği görülmektedir. Kadınların hane içi üretim sorumluluklarının ağır olduğu dönemlerde, işgücü piyasasından tamamiyle düşmek yerine üstlendikleri iş yükünü hafifletmek amacıyla daha esnek çalışma biçimlerinden faydalandıkları görülmektedir. Ancak esnek çalışma biçimleri, işgücü piyasasında zaten erkeklere kıyasla daha olumsuz koşullarda istihdam edilen kadınların çalışma hayatındaki kırılganlıklarını artırmaktadır. Daha esnek çalışma biçimlerinde kısılıp kalan kadınların terfi olanakları sınırlanmakta, kayıtlı ya da iş garantisi olan istihdama erişimleri zorlaşmakta, toplumsal cinsiyet ücret farklılıkları derinleşmektedir.

Ezcümle, kadınların işgücüne katılımını artırmanın yolu hane içi üretimi sadece kadınların üstlendiği sistemlerden uzaklaşmaktan, bakım sorumlulukları devletin üstlendiği sistemlere evrilmekten ve hane içi daha eşitlikçi iş bölümlerini desteklemekten geçmektedir. Toplumsal cinsiyet rollerini dönüştürmeyen herhangi bir politika aracı orta ve uzun vadede kadınların üstündeki yükü azaltmakta yetersiz kalacaktır.

Her alanda olduğu gibi COVID-19 salgınının kadınların işgücü piyasasında zaten var olan kırılgan şartlarını daha da olumsuz etkilediği görülmektedir. 2019’da yavaşlayan ekonomik büyüme performansına bağlı olarak önce işsizlik oranları artmış, yıl sonuna doğru da işgücüne katılım oranlarının gerilemeye başladığı görülmüştür. Salgının Türkiye’yi de etkisine almasıyla birlikte alınan sosyal mesafelendirme önlemleri ile bu önlemlerin ekonomik hayat üzerindeki etkilerini azaltmayı hedefleyen önlemlerin devreye sokulmasıyla birlikte işgücü piyasasında da önemli değişiklikler meydana gelmiştir.

Sosyal mesafelendirme önlemlerinin sıkı uygulandığını Mart – Mayıs ayları arasında birçok işyeri kapanmak zorunda kalmıştır. Bu dönemde kayıtlı istihdamın sona erdirilmesi yasaklanmış olmakla birlikte kayıt dışı istihdamda önemli çöküşler kaydedilmiştir. Özellikle düşük eğitimli kadınlar nispeten daha sıklıkla kendi hesabına ya da ücretsiz aile işçisi olarak ve/veya kayıt dışı olarak istihdam edilmektedir. Dolayısıyla kayıt dışı istihdamdaki kayıpların kadınları nispeten daha şiddetli etkilediği söylenebilir.

Hareketliliğin kısıtlanmasıyla hane bireyleri daha çok evde vakit geçirmeye başlamış, dolayısıyla ev işleri artmış, okulların çevrimiçi eğitime geçmeleriyle birlikte özellikle ilkokul çağındaki çocukların eğitimlerinin takibi de hanedeki bireylere devredilmiştir. Hanelerde salgın öncesinde gözlemlenen iş bölümündeki dengesizliklerin salgında da devam ettiğini tahmin etmek zor değildir. Nitekim salgında kadınlar ev işlerinin arttığını beyan etmektedir. Bu durum sonucunda birçok kadın çalışmaya ya da iş aramaya devam etmek yerine işgücü piyasasının dışına düşmüştür. Bu durum kadınların işsizlik oranlarının düşmesine sebep olmuştur. Bir başka deyişle, işsizlik oranlarındaki toplumsal cinsiyet farkının daralması, kadınların istihdam edilmesinden ziyade kadınların işgücü dışına çıkışlarının daha şiddetli olmasından kaynaklanmaktadır.

Salgında yaz aylarının nispeten sakin geçtiği ancak sonbahardan itibaren ikinci ve üçüncü dalgaların etkilerinin hissedildiği görülmektedir. Tekrar önlemlerin sıkılaştırıldığı Kasım 2020 ve Nisan 2021 dönemlerinde kadınların durumunun daha da zorlaşması beklenir. Salgının bir yılı tamamladığı Mart 2021’den itibaren salgının tekrar şiddetlendiği, aşılamanın beklenen hızda ilerlemediği ve mesafelendirilme önlemlerinin tekrar sıkılaştırıldığı görülmektedir. Bu ortamda kadınların işgücü piyasasına dönmeleri giderek zorlaşacaktır. İşgücünden uzak geçen dönemlerde hem beşerî sermayelerinin yıpranması hem de işgücü bağlılığının zayıflaması önemli riskler barındırır. Üstüne üstlük bu durum ataerkil düzende kadınlara biçilen eşitliksiz rolleri perçinleyecektir. Bu koşullar altında kadınların işgücü piyasasına dönmesi iyice zorlaşacaktır.

Kadınların işgücüne katılımlarının artırılması için kısa vadede okulların açılması özendirilmeli, aşılama takvimi bakıma muhtaç çocukların ebeveynlerini önceliklendirecek şekilde gözden geçirilmeli, orta vadede ise esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşabilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı, kaliteli ve erişilebilir bakım hizmetleri devlet tarafından üstlenilmelidir. Bu politikaların, toplumsal cinsiyet eşitliğini odağına alan politikalarla desteklenmesi elzemdir.

Kadınların işgücüne katılmaları ve ücretli istihdam edilmeleri hem kendi beşerî sermayelerini etkin kullanmaları açısından hem de hanelerin olumsuz gelir şoklarına karşı finansal dayanıklılıklarını artırmaları açısından önem arz etmektedir. Türkiye orta gelirli ülkeler seviyesinden yüksek gelirli ülkeler seviyesine yükselebilmek için elindeki kaynakları etkin bir şekilde kullanmaya, kadınların istihdam oranlarını artırmaya mecburdur.

Yorum bırakın