Demokrasimiz Kaç Arşın?

ALİCAN ÖZER

Hacivat, Karagöz’e sorar “Pisa Kulesi’nin kaç arşın olduğunu kuleyi arşınlanmadan biri bulmuş Karagözüm, duydun mu?” Karagöz, “Bana nasıl bulduğunu yazmış Hacı Cav Cav!” Hacivat, “Öyleyse sen de Galata Kulesi’nin kaç arşın olduğunu söyle bakalım Karagözüm!” Karagöz, “Önce seninle Galata Kulesi’ne çıkacağız. Ben seni kuleden en az 50 kere aşağı atacağım” Hacivat, “Aman Karagözüm? Peki sonra?” Karagöz, “Her seferinde yere kaç saniyede çakıldığını bir kenara yazacağım. Hepsini kendisiyle çarpıp, topladıktan sonra, ortalama kaç saniyede yere çakıldığını bulacağım.” Hacivat, “Peki kule ne oldu?” Karagöz “Galile’ye göre son bulduğum rakamı 5’le çarparsam, ben Galata Kulesi’nin kaç arşın olduğunu göreceğim ama senin görecek halin kalır mı, bilemem Hacı Cav Cav!” Türkiye’deki demokrasi hikâyesi de aslında Hacivat ve Karagöz’ün bu hikâyesinden farksız bir hikâye. Vatandaş her seçimde kulenin kaç arşın olduğunu hesaplamak için, Galata kulesinden aşağı atılıyor daha ne olduğunu anlamadan yine kuleden aşağı atılıyor ancak kule kaç arşın hala tam bilen yok. Kaosun içinde her seçim sonrası demokrasi krizi giderek derinleşiyor…

Günlük dildeki biçimiyle “istatistik” sözcüğü 17. yüzyılın ortalarında kullanıma girdiyse de, uygarlık tarihinin başından beri toplumları yöneten her başarılı önderin “istatistiksel düşünme sanatı”na sahip olduğu açıktır. Tarih sahnesinde yer alan her devletin yönetimi kitleleri ilgilendiren kararlar için gerekli olan verileri derlemiş ve çözümlemiştir. 21. yüzyılda isteseler de istemeseler de bir ülkenin yurttaşları, istatistik tüketen durumdadır. Kendi amaçları doğrultusunda istatistik üreten ve istatistik tüketicilerini yönetenler artık sadece devletler değil, uluslararası şirketlerdir. Böylesi bir durumda ülkelerin vatandaşlarının istatistiksel okur-yazar olması hayati bir önem taşımaktadır. Bu durumu gören ileri ülkelerin yönetimleri istatistiksel okur-yazarlık seferberliğine çoktan başladılar. Seçilmişler kendilerini seçenleri yönetme gücünü, uluslararası şirket yönetimlerine karşı koruyabilmek için, seçenlerse doğru ve iyi bir seçim yapabilmek için şimdi gerçek demokrasiyi istiyorlar ve bunu başarmanın tek yolu 100 yıl önce bilimkurgu yazarı G.H.Wells’in öngörüsüyle istatistiksel okuryazar olmaktan geçiyor.

Günümüzde kitle iletişim araçları dönüşüm geçiriyor. Kitle iletişim araçlarıyla birlikte toplum, devlet ve bireyler de dönüşüyor. Yeni kitle iletişim araçları eskiler kadar kalıcı da değil. Kendi ürünüyle birlikte hızla tüketiliyor. Eskiden iletişim alanı kitle iletişim araçları içinde televizyonu, gazeteyi incelerken, bugün geldiğimiz noktada artık sosyal medya ve internetin getirmiş olduğu yeni imkânlar tartışılır hale geldi. Kitle iletişimini doğru anlamanın ve kitle iletişimine hükmetmenin günümüz dünyasında ülkelerin siyasetine hâkim olmada, iktidarı elde etmede ve ülkeleri yönetmede önemli bir etkisi var. Kitle iletişimi yoluyla vatandaşlarını manipüle etmeyen bir yönetim dünya üzerinde yok gibi… Ancak devletler giderek güç kaybediyor, küresel düzen içinde güç akışkanlaşıyor. Toplumlar giderek parçalanıyor ve bireyselleşiyor. Düşünerek var olmak yerini gösteriyle var olmaya bırakıyor. İletişimin gelişmesiyle birlikte insanlar bilgi bombardımanı içinde. İçinde yer aldıkları ilişkilerde bir türlü mutlu ve huzurlu değiller. Çünkü aynı zamanda sosyal ağlar içinde binlerce arkadaş, sevgili, binlerce yeni dünya onları bekliyor. Ancak bunların hiçbiri gerçek değil. Herkes her şeyden haberdar ama kimsenin hiçbir konu hakkında bilgisi yok. Herkes hangi gösterinin parçası olduğuna göre kimliklendiriliyor, aslında kontrol edemediği bir kafesin içine toplum tarafından konuluyor. Zenginler ve iktidar sahipleri insanları büyük korkular arasında bırakmak için büyük yalanlar söylüyor. Bu yalanlar sosyal medya içinde yayılıyor. Böylelikle Jean -Paul Sartre’ın dediği gibi beyni yıkanmış, bireyselleşmiş ve yalnızlaşmış insanlar birbirinin cehennemine dönüşüyor. Bu noktada hepimizin aklındaki etik soru belli, “kitle iletişiminin dönüştüğü, sosyal medyanın bu kadar geliştiği, büyük verinin önem kazandığı bir çağda insan onurunu koruyup, bireyin değerini nasıl yeniden ortaya koyarız?”

Öncelikle bu yeni dönemde demokrasinin durumunu inceleyerek başlayalım. İnternet olanaklarının yayınlaşmasıyla, sosyal medyanın ülkelerin demokrasisi için getirmiş olduğu birtakım iyi ya da kötü imkânlar var. Tabi toplumsal meselelere bakarken “ne iyi ya da ne kötü?” ya da “kimin için iyi ya da kimin için kötü?” sorularını sormanız çok doğal. Bu makalede tüm durumlara eleştirel bakmaya çalışacağız. Demokrasi – internet ilişkisine temelde bir kategorilendirme yaparsak iki tip görüş ortaya çıkmaktadır. Teknolojiye iyimser yaklaşanlar ve teknolojiye kuşkuyla yaklaşanlar. Birinci grup internetin insanlar arasındaki iletişimi geliştireceğini, toplumu zenginleştireceğini savunurken, ikinci grup ise internetin imkânlarının sosyal ilişkileri zedeleyeceği ve internetin egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir yapıya dönüşeceği görüşünü savunmaktadır.

İnternetin hayatımıza girmesiyle birlikte e-demokrasi kavramı da üzerine düşündüğümüz bir kavram haline geldi. En sade anlatımıyla elektronik demokrasi karar verme süreçlerini desteklemek, temsili demokrasiyi güçlendirmek için internetin kullanılmasını ifade etmektedir. Elektronik demokrasinin temel amaçları, politik sürecin şeffaflığının arttırılması, vatandaşların düşünce yapısının geliştirilmesi ve son olarak vatandaşların demokratik sürece doğrudan katılımının arttırılmasıdır. Elektronik demokrasi vatandaşlara iyi tanımlanan bir dijital kimliğe sahip olmalarını, politik olaylarda söz sahibi olmalarını, bilgiye ulaşmalarını kolaylaştırması açısından önemli imkânlar sunar. Siyasi partiler için, vatandaşla olan iletişimini arttırması,  halkın sorumluluklarının geliştirilmesi açısından önemlidir. Devlet için ise şeffaflığın sağlanması, hesap verebilirliğin kolaylaşması, dijital veri ve faaliyetlerin kolay izlenebilir hale gelmesi ve vatandaşla açık iletişim yoluna sahip olması açısından önemlidir.

Elektronik demokrasinin en temel hedefi vatandaşların kendi evlerinden oy kullanabilmelerini sağlamaktır. Demokrasilerde en temel meselelerden biri seçimin nasıl yapılacağı sorusudur. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde seçimlerin yapılıyor olması yetmez, seçimlerin adil yapılması da önemlidir. Yapılan seçimlerin meşruiyeti, adaleti, adil temsili yıllardır tartışılmaya devam etmektedir. Yönetimde istikrarı ve sürekliliği sağlamak için ülkelerin birçoğunda seçilen kişiler ülkeyi dört – beş yıl süreyle yönetmektedirler. Ancak bazen ülkenin koşulları seçimden bir yıl sonra bile değişebilmekte ve seçmen oy verme davranışları da değişebilmektedir. Böylesi bir durumda halkın görüşleri değişmesine rağmen önceden verdiği karar dolayısıyla istemediği bir yönetim ülkeyi yönetmeye devam etmektedir. İnternetin gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte bazı düşünürlerde ülke demokrasilerinin, internetin imkânlarını kullanarak daha dinamik, daha işlevsel hale gelebileceği umudu doğmuştur. Halkın iradesini daha iyi ölçebilmek, sürekli halkın nabzının tutulabilmesi, çeşitli konularda hükümetin karar alırken halkın kararını da dikkate alması açısından, maliyeti düşük, hızlı bir oylama yönteminin demokrasiler için iyi olacağı yönünde bir kanaat vardır. İnternetin sağladığı imkânlarla insanlar iradelerini elektronik ortamda yansıtabilecekler, aynı zamanda internetin sağladığı iletişim olanakları sayesinde kendilerini hızlı ve doğru bir şekilde ifade edebileceklerdir. İletişim teknolojileri sayesinde seçilmişler kendi çalışmalarını yurttaşa sunarken, yurttaşlar da hizmetlere ilişkin talep ve şikâyetlerini gerekli mercilere kolaylıkla aktarabilmektedirler. Ancak sosyal olaylarda hiçbir şey siyah ve beyaz diye anlatılamadığı gibi bu dönüşümde de meselelerin siyah ya da beyaz diye tanımlanamayacağını tecrübelerimiz bize gösterdi. Dünyanın farklı ülkelerinde yapılan elektronik seçimlerde oyların kullanılmasından, sayılmasına kadar pek çok sorun yaşandı. Elektronik seçime karşı bir güvensizlik oluştu. Vatandaşlar verdiği oyların başkaları tarafından görülüp görülmediği noktasında kuşkuya düştü. Yine internetin sağladığı tartışma ortamlarının, aslında bahsedildiği gibi herkese söz hakkı vermediği, çünkü herkesin internete yeteri kadar ulaşamadığı ortaya çıktı. Yine birtakım sosyal medya uygulamalarında algoritmaların, filtre balonlarının kamuoyu oluşturmada çok etkili olduğu görüldü. Tüm bu deneyimler ortak kanaatin ne kadar tarafsız oluştuğuna dair kuşkuları da beraberinde getirdi.

Elektronik demokrasi, teoride demokrasilerin güçlenmesine katkı sağladığı gibi aslında içinde pek çok tehlike ve tehditleri de taşıyor. En önemli kaygılardan biri internet daha demokratik ve özgürlükçü bir ortam sağlayacağı yerde, aslında insanları tepeden denetleyen bir mekanizmaya dönüşecek korkusudur. Aynı durum e-demokrasi içinde insanların kendilerini ifade edebildiği agoralar için de geçerlidir. Kişisel verilerin korunması noktasında pek çok insanın kuşkuları giderilebilmiş değildir. Halen devlet kurumlarının, özel şirketlerin ciddi güvenlik açıkları bulunmaktadır. Hukuki olarak da tam ve sağlam bir fikir birliği kurulabilmiş değildir. Örneğin ülkemizde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın kurulmasıyla ilgili kararnamede bir madde var. Diyor ki, “Başkanlık, görevleri ile ilgili olarak gerekli gördüğü bilgileri bütün kamu kurum ve kuruluşlarından ve diğer gerçek ve tüzel kişilerden doğrudan istemeye yetkilidir. Kendilerinden bilgi istenen bütün kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler bu bilgileri istenilen süre içinde öncelikle ve zamanında vermekle yükümlüdürler.” Yani buna göre istediği zaman İletişim Başkanlığı istediği bilgiyi istediği kurumdan alabiliyor. Tek tek bireyler için hayati önemde olacak verilerin bu kadar kolay bir şekilde elde edilebiliyor olması gerçekten korkutucu. Kararname Anayasa Mahkemesine gitmesine rağmen AYM, İletişim Başkanlığı’nın tüm bilgileri isteme yetkisini onayladı. Bu kararda bazı hâkimlerin ciddi ve tartışılması gereken noktalara parmak basarak muhalefet ettiğini gördük. Kişisel veriler günümüz toplumunda bireyler için en değerli şeylerden biridir. Ancak hala yeterli bilişimsel ve hukuki güvenliğin sağlanamadığını görüyoruz.

İnternet kuşkusuz kamusal alanı da dönüştürdü, kamusal alan üzerine yeni tartışmaların başlamasına yol açtı. İnternet özellikle e-yönetim, e-oylama gibi hizmetler sunmasıyla ve internet agoralarını oluşturarak insanların toplumsal tartışmalara katılımını kolaylaştırmasıyla ciddi bir dönüşüme kapı araladı.  İnternet, toplum içinde etkin tartışma grupları yarattı. Özellikle internetin aynı anda birçok kişiye konuşma imkânı tanıması önemlidir. Ancak etkileşimi arttıran bu yapı daha iyi bir demokrasi, daha iyi ifade özgürlüğü demek değildir. İnternet iletişimiyle ilgili ilk olarak karşımıza çıkan sorunlardan biri kontrol mekanizmasının olmamasında ortaya çıktı. Kontrol mekanizmasının olmaması toplumları manipülasyon, yanlış ve yalan bilgi sorunuyla karşı karşıya bıraktı. Diğer yanıyla toplumsal meseleler algoritmaların, filtre balonlarının beslediği sanal bir ortamda tartışılır hale geldi. Kanaatler sosyal medya etiketlerinin ne kadar desteklendiğine göre belirlenir duruma geldi. Yeni kanaat önderleri sosyal medya trendlerini en iyi yakalayan kişiler oldular. Böylesi bir ortamda oluşan kanaatlerin ne kadar gerçek olduğu ve oluşan ortamın ne kadar demokratik olduğu noktasında soru işaretleri de oluşmaktadır.

Tüm bu dönüşümler içinde şimdi en temel problemlerden biri sosyal medyanın geleceğinin ne olacağıdır. E-demokrasinin gelişebilmesi için sosyal medyayla alakalı hukuki bir zeminin oluşturulmasının gerekliliği devlet yöneticileri, hukukçular ve uzmanlar tarafından kabul edilmektedir. ABD, Almanya, Fransa başta olmak üzere pek çok ülke de hukuki altyapı oluşturma noktasında adımlarını attı. Türkiye gündeminde de sosyal medya yasası sıcaklığını koruyor. Sosyal medya yasası yapılacaksa öncelikle toplumun farklı kesimlerinin, sivil toplumun fikirleri alınmalıdır. Çünkü sosyal medyanın hayatımıza girmesi ve çıkardığı toplumsal sorunlar çok yeni olduğu için henüz deneyimlenmiş bir çözüm maalesef yok. Sosyal medyanın yarattığı sorunlar hem kullanıcıları, hem toplumu, hem devleti korumak açısından bir yasal düzenlemenin gerekliliğini ortaya koyuyor. Ancak bu düzenlemeyi sadece bir tarafın perspektifiyle yapmak, yasaları ifade özgürlüğünü engellemek için kullanmak toplumun diğer kesimlerinin kendini ifade etmesinin önünü büyük ölçüde tıkayacaktır. Son dönemde ortaya çıkan dezenformasyon tartışmalarında, dezenformasyon yapan kişilere hapis cezasına varan, adil olmayan cezaların verileceği tartışılıyor. Oysaki dezenformasyon sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın sorunudur ve yasaklarla önüne geçmek mümkün değildir. Hem de dünyada dezenformasyonu yaratan genelde devletler ve siyasetçilerin kendileridir. Zenginler ve iktidar sahipleri insanları büyük korkular arasında bırakmak için büyük yalanlar söylüyor. Bu yalanlar sosyal medya içinde yayılıyor. En büyük yalandan hakikatler böyle yaratılıyor. O halde bu yasaya el kaldıracak olanlar, önce eleştiriye kendilerinden başlamalıdırlar. Çünkü bu çıkacak yasada gazeteciye, sivil topluma, vatandaşa ceza var, dezenformasyonu yaratanın kendisine yok. Ağır cezalar tanımlayarak insanların ifade özgürlüğünü engelleyebilecek uygulamalar dezenformasyonun önüne geçemeyecek ve adaletsiz durumlar ortaya çıkaracaktır. Çıkacak bu yasa kesinlikle medyaya bir kafes örmemelidir. Medyayı, toplumu susturmaya yönelik olmamalıdır. Fikir özgürlüklerine darbe vurmamalıdır.

Sonuç olarak, demokrasimizin kaç arşın olduğunu ölçebilmek için öncelikle “kitle iletişiminin dönüştüğü, sosyal medyanın bu kadar geliştiği, büyük verinin önem kazandığı bir çağda insan onurunu koruyup, bireyin değerini nasıl yeniden ortaya koyarız?” gibi zorlu bir sorunun cevabını vermemiz gerekiyor. G. H. Wells’in Zaman Makinesi kitabında söylediği gibi “Zihinsel çok yönlülüğün değişim, tehlike ve belanın telafisi oluşu, gözden kaçırdığımız bir doğa yasasıdır. Çevresiyle kusursuz bir âhenk içinde yaşayan bir hayvan, mükemmel bir mekanizmadır. Alışkanlık ve içgüdü çaresiz kalmadıkça doğa zekâya asla başvurmaz. Değişimin ve değişime gereksinimin olmadığı yerde akıl da yoktur. Yalnızca çok çeşitli ihtiyaçları ve tehlikeleri karşılamak zorunda olan hayvanlar zekâdan paylarını alırlar” Bugün de zekâya ve istatistiksel akla ihtiyacımızın olduğu bir bocalama ve bir dönüşüm dönemindeyiz. Hem siyasetçilerin hem de yurttaşların kurban olduğu demokratik bir düzende, bütün devletlerin daha nitelikli ölçümlere, daha demokratik, şeffaf seçimlere ve ortada dolanan kontrolsüz enformasyona karşı korunması gerekiyor. Ancak burada güvenliği sağlayacak şey mutlak güç değil, bilginin gücü olmalıdır. Yani yurttaş yasa ve güç zoruyla ezilen ve baskılanan değil, yanlışlara karşı durabilmek için bilgiyle donatılan kişi olmalıdır. Bunu başarmak için de korku devleti değil, bilgi devletini inşa etmeliyiz…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: