Siyasi Partiler Kanunu, Demokrasi ve Katılımcılık İçin Ne Kadar Elverişli?

HÜSETİN CAN GÜNER

Türkiye’de siyasetin demokratikleşmesi ve katılımın artırılması konusu gündeme geldiğinde, 1982 Anayasasının değişmesi gerekliliğinden sonra belki de en çok tartışılan konu Siyasi Partiler Kanunu ve seçim mevzuatında değişiklik beklentisi olmuştur. Gerçekten de, siyasi partilerin kuruluşundan örgütlenmesine, seçimlere katılımından aday tespitine ve disiplin hükümlerine kadar pek çok konuda esaslı hükümler içeren 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu; demokrasi, temsiliyet ve katılımcılık bakımından kritik önemdedir.

1961 Anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’de oluşan demokratikleşme ve reform rüzgarının etkisiyle siyasi partiler ve seçim mevzuatında da katılımcılığı ve demokrasiyi önceleyen hükümlere yer verilmişse de, 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül müdahalesinin ardından bu hava her alanda olduğu gibi siyasi partiler mevzuatında da büyük ölçüde tersine dönmüştür. Bu bağlamda, demokratikleşme ve katılımcılık ilkeleri bakımından ele alınabilecek en önemli konular ise seçim barajı, delegelik sistemi, gençlik ve kadın örgütlenmeleri, genel merkez egemenliği, aday tespit yöntemleri ve propaganda esasları olarak gösterilebilir.

%10 Seçim Barajı

1983 yılından bu yana uygulanan %10 oranındaki seçim barajı, Türkiye’de hemen her kesim tarafından demokrasi, temsiliyet ve katılımcılık ilkelerine ters görülmekteyse de; her seçimde uygulanmaya devam olunmuştur. Seçim barajının en önemli amacının yönetimde istikrar ilkesini gerçekleştirmek olduğu savunulsa da, gelişmiş hiçbir ülkede olmayan %10 gibi yüksek bir oranın öngörülmüş olması nedeniyle sistem büyük partiler lehine büyük bir avantaj sağlamış, görece küçük siyasi partilerin kurulmasına engel olmuş, kurulsa dahi uzun süreli ve etkili bir varlık gösterememesi sonucunu doğurmuştur. Bu yönüyle seçmenlerin sandığa gitme motivasyonuna da olumsuz etki yapan yüksek %10 barajının, katılımcılık ve temsiliyet önündeki en büyük engel olduğu söylenebilir.

Gündemde yer tutan, cumhur ittifakının barajı düşürme adımının arka planında demokratikleşme gibi bir amaç olmadığı açık olmakla birlikte hangi saikle olursa olsun seçim barajının düşürülmesi seçmen temsiliyetini, katılımcılık ve demokrasiyi güçlendirecektir. Ancak barajın tam anlamıyla olması gerektiği gibi sembolik bir seviyeye inmesi ya da kaldırılması, %1 oy alan partilerin en azından genel başkan düzeyinde parlamentoda temsil edilmesi gibi çok değerli adımların, demokrasiyi içselleştirmiş bir parlamento çoğunluğu ile yapılacağı anlaşılmaktadır.

Önseçim

Türkiye’de özellikle sosyal demokrat partilerin tabanlarında her dönem tartışılan konuların başında aday tespit yöntemleri ve önseçim sistemi gelmiştir. 1980 öncesi tüm partiler için öngörülen asıl sistem üyelerin katılımıyla önseçim olmasına rağmen 2820 sayılı kanunda 1986 yılında yapılan değişiklikle bu konuda inisiyatif parti tüzüklerine ve merkez karar organlarına bırakılmıştır. Anavatan Partisi’nin iktidarda olduğu 1986 yılında çıkartılan 3270 sayılı kanunla Siyasi Partiler Kanunu’nun pek çok maddesinde önemli değişiklikler yapılmakla beraber, bu değişikliklerden en önemlisi 1965 yılından o tarihe kadar Türk seçim sisteminde birincil sistem olarak uygulanmakta olan önseçimin artık partilerin yönetim anlayışına, deyim yerindeyse genel merkez yönetimlerinin insafına bırakılmış olmasıdır.

Sağ partilerin tabanları bakımından önseçim olmazsa olmaz bir unsur olarak görülmese de, sosyal demokrat kesimin bu konudaki beklentisi parti yönetiminin tutumunda da belirleyici olmuş ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti tarafından Anayasa Mahkemesi’ne iptal başvurusu yapılmıştır. Aday saptamasını parti içi bir konu olarak gören Anayasa Mahkemesi, parti içi çalışma ve kararların demokrasi ilkelerine aykırı olmaması gerektiğinin altını çizip yasakoyucunun, düzenleme yaparken partilerin demokratik iç yapıya sahip olmalarını sağlamak zorunda olduğunu vurgulasa da, aday saptamasının parti tüzüklerine bırakılmasını sorun olarak görmemiş, hatta partilerin bu konuda daha serbest kılındığından hareketle üyelerin katılımını ve demokratik ilkelerin işleyişini engelleyici bir yönü olmadığını kabul ederek bu madde yönünden iptal istemini reddetmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin bu iyimser tutumu maalesef siyasi partiler tarafından aynı demokratik ve katılımcı anlayışla ele alınmamış, süreç içerisinde adeta önseçim istisna haline gelmiş, bir dönem unutulmaya yüz tutmuştur.

Önseçim yöntemiyle aday tespitinin olumlu ve olumsuz yanları elbette bulunmaktadır. Zira sağlıklı bir önseçim için sağlıklı ve etkin bir üye yapısının gerekliliği ve hali hazırda mevcut siyasi partilerde bu koşulun yeterli düzeyde sağlanamadığı açıktır.  Bunun yanında seçim başarılarını yalnızca önseçime ve katılımcılığa bağlamak da doğru bir analize imkan vermemektedir. Zira Cumhuriyet Halk Partisi, tarihinde ilk kez baraj altında kaldığı 1999 seçimlerinde adaylarını önseçimle belirlemiştir. Yine 2002 seçimlerinde önseçim kararı alan iki partiden 11 ilde hakim gözetiminde önseçim uygulayan CHP iktidarı yakalayamamış, bir kısmı delegeyle de olsa 28 seçim çevresinde önseçim kararı alan DYP ise baraj altında kalmıştır. Adaylarını merkez yoklaması ile belirleyen AKP ise tek başına iktidara gelmiştir.

Önseçimin parti yönetimlerinin tercihine bırakılmayarak yasal düzenleme ile aday tespitinin asıl yöntemi olarak benimsenmesi halinde, sistemin uygulanarak kendi içindeki eksikliklerini kapatmasına olanak tanıyacak, siyasi partilerin üye yapılarının da sağlıklı bir noktaya gelmesini kolaylaştıracak ve katılımcılık açısından olumlu bir adım atılmış olacaktır.

Delege Sistemi

Mevcut Siyasi Partiler Kanunu’nun öngördüğü, ancak katılımcılık açısından eleştirilen bir diğer konu ise delegelik sistemidir. Hali hazırda Siyasi Partiler Kanunu’nda siyasi partilerin ilçe kongreleri için en fazla 400, il kongreleri için en fazla 600, büyük kongreleri için ise TBMM toplam üye sayısının en fazla iki katı olmak üzere temsilci (delege) tespiti gerekli bulunmaktadır. Dolayısıyla siyasi partilerde en alt kademeden başlayarak en üst organa kadar delegelerin belirleyiciliği esastır.

İlçe ve il kongrelerinde belirlenen il delegeleri ve büyük kongre delegeleri hakim gözetiminde seçimle belirlense de özellikle gömleğin ilk düğmesi olarak tarif edilebilecek olan mahalle temsilcilerinin, yani ilçe kongre delegelerinin siyasi partilerin kendi organlarının gözetiminde ve mahalle bazında o partinin aldığı oy oranına göre dağılım yapılarak belirlenmesi nedeniyle bazen sonuçlar da sağlıklı olmayabilmektedir.

Zaman zaman, biraz da popülist bir yaklaşımla, parti genel başkanlarının tüm üyelerin katılımıyla belirlenmesi gibi öneriler tartışmaya açılsa da; mevcut siyasi partiler mevzuatımız buna cevaz vermemekte, genel başkan ve merkez karar ve yürütme organlarının seçileceği büyük kongreye katılacak temsilcileri tek tarif etmektedir. Dolayısıyla yasada ilçe ve il kongrelerinde üst kurul temsilcilerinin seçileceğinin belirtilmesi ve partilerin il örgütleri ile merkez karar ve yönetim organlarının bu temsilciler tarafından belirlenmesi zorunluluğu karşısında, hali hazırda delegelik sisteminin partilerin inisiyatifiyle esnetilmesi mümkün olmadığı gibi en üst yönetim organları için böyle bir sistemin işletilebilirliği ya da ne kadar doğru ve sağlıklı bir yöntem olabileceği de tartışmalıdır. Bu bakımdan en azından şimdilik bu önerilerin siyasetin gerçekliğiyle de hukuki çerçeve ile de bağdaşmadığını söylemek gerekir. Ancak özellikle gömleğin ilk düğmesi olan ilçe kongrelerine katılacak temsilciler bakımından, o ilçe örgütünün tüm üyelerinin katılımıyla ilçe yönetimleri ve üst kurul temsilcilerinin belirlenmesi halinde, hem yöneticilerin ve temsilcilerin seçimine dair tartışma ortamı ortadan kalkacak hem de katılımcılık ve demokrasi bakımından faydalı bir adım atılmış olacaktır.

Kadın ve Gençlik Örgütlenmeleri

Mevcut Siyasi Partiler Kanunu’na göre daha önceleri kurulmasına olanak tanınmayan, ancak partilerin kendi inisiyatifleriyle yapılandırdıkları kadın ve gençlik örgütleri, 1999 yılında yapılan değişiklikle ‘yan kuruluş’ olarak kabul edilerek bu konuda da parti tüzüklerine atıf yapılmıştır. Partilerin en önemli unsurları olan kadınlar ve gençlerin, siyasete katılımdaki önemi tartışmasız olmakla beraber yan kurulların varlığının, bu katılıma olumlu ve olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Bir yandan, gençler ve kadınlar açısından ana kurullar yerine yan kurullar işaret edilerek asıl yapının dışında bir yer tarif edilebilmekte ve zaman zaman birden fazla örgüt varlığı çeşitli şekilde karmaşalara sebep olabilmekteyse de, diğer yandan bu kesimlerin kendi örgütlenmelerini yapmaları, parti örgütleri içerisinde daha güçlü bir etki alanına sahip olmalarını sağladığı gibi özellikle siyasi yaşama ilk kez dahil olacak bireylerin harekete geçirilmesinde, motivasyonlarının artırılmasında ve sürece adapte olmalarında da olumlu katkısı bulunmaktadır.

Cinsiyet ve Gençlik Kotaları

Kadın ve gençlerin siyasete katılımı açısından bir diğer unsur ise, kota uygulamasıdır. Parti içi mücadelelerde zaman zaman geri planda kalabilen ve temsiliyet oranı için pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan kadın ve gençler için siyasi partiler kendi tüzükleri ile kota öngörebilmektedir. Ancak mevcut siyasi partiler ve seçim mevzuatımızda kota uygulamasına yer verilmemiş olması, bu katılımcılığın tüm partilere ve siyasal yaşama etkisini sınırlamaktadır. Parlamentoda hali hazırda kadınların temsil oranı %17’lerde kalmakta, gençler ise bir elin parmaklarının sayısına bile ulaşamamaktadır. Nüfusun büyük kesimini oluşturan gençlerin, görece yaşlılar tarafından yönetiliyor oluşu, özellikle gençlerin siyasete katılımı noktasında heyecanlarını kırmakta ve isteksizlik yaratmaktadır. Politikada deneyimin de önemi tartışmasız olmakla beraber, siyasetin gençleşmesi ve kadın temsiliyet oranının artırılması için, Siyasi Partiler Kanunu’nda cinsiyet ve gençlik kotaları öngörülerek asgari bir oranın korunması siyasete katılımı da artıracaktır.

Tüm bu başlıklar ve bu yazıya sığmayan diğer uygulamalar ele alındığında mevcut siyasi partiler yasamız için; 12 Eylül sonrasında hazırlanan ve darbenin gölgesinde kalan bir yasa, katılımcılık ve demokrasiye ne kadar katkı sunabilirse o kadar katkı sunduğu söylenebilir. Hatta zaman zaman siyasi partilerin inisiyatifleriyle bu beklentinin üstünde performans da gösterilmiş olabilir. Ancak, aradan geçen 40 yılda bu yasada köklü değişimin yapılamamasının, en azından baraj ve önseçim gibi uygulamalarda değişikliğe gidilmemesinin arkasında başka sebepler de aranmalı, suçu darbecilere atma kolaycılığından vazgeçilip Türkiye’nin demokrasi kültürüne ve geleneğine uygun, genel merkez yönetimlerinin tek belirleyici olmaktan çıkarıldığı, akılcı, çağdaş ve katılımcı bir yasanın oluşturulması yönünde siyaset kurumu harekete geçirilmelidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: