Siyasal Hayatımızı Demokratikleştirmek

CHP olarak siyasetin demokratikleşmesi ve demokratik katılımın gelişmesi için önerilerde bulunuyoruz. Bunların başında yeni bir anayasanın yapılması ve parlamenter sistemi dönülmesi yer alıyor. Yine bu kapsamda Türkiye’nin darbe hukukundan arındırılmasının ve siyasal hayatın demokratikleştirilmesinin üzerinde önemle duruyoruz. “Milletin vekilini millet seçecek” derken de temsili demokrasinin çağdaş kısıtlarının farkında olarak seçmenlerin, partilerin aday belirleme süreçlerine ve politika oluşturmalarına aktif katılımını temel alıyoruz.
Şöyle bir soruyla başlayalım. Bir ülkede siyaseti şekillendiren temel unsurlar neler olabilir? Ülkede var olan toplumsal bölünmeler, toplumun ihtiyaçları, siyasetçilerin söylemleri, partilerin programları, ideolojileri. Bu maddeler daha da çoğaltılabilir. Ancak unutmamak gerekir ki anayasa, siyasi partiler kanunu, seçim kanunları gibi düzenlemeler de bir ülkedeki siyasal hayatın ve siyasal kültürün oluşumunda yukarıda sıralanan öğeler kadar etkilidir. 12 Eylül askeri darbesi toplumun siyasetten uzaklaştırılmasını kendine temel misyon olarak belirlediği için farklı toplum kesimlerinin depolitizasyonunu hedef alan düzenlemeler yapmıştı. Meclisin kapalı olduğu askeri darbe koşullarında kabul edilen anayasa, siyasi partiler kanunu, seçimlerle ilgili kanunlar bu amaca dönük olarak hazırlandı. Bu kapsamda toplantı gösteri yürüyüşü hakkındaki düzenlemeler, sendika, toplu sözleşme ve grev kanunu, YÖK Kanunu gibi kanunların temel amacı da yukarıda belirtilen depolitizasyon hedefinden farklı değildir. 12 Eylül’ün üzerinden kırk yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen siyaseti halktan uzaklaştırmayı ve halkın katılımını engellemeyi hedefleyen bu kanunların büyük kısmı yürürlükte. Yapılan değişiklikler ise siyasal hayatımızı demokratikleştirmekten uzak. Bu kapsamda CHP olarak gündeme getirdiğimiz “milletin vekilini millet seçecek” önerimizi genel olarak siyasal hayatın demokratikleşmesi perspektifinden okumak gerekiyor. Milletin vekilini seçebildiği, siyasal hayatın milletin tercih ve önceliklerine göre örgütlendiği bir siyaset ortamını nasıl yaratacağız? CHP olarak tam da buna kafa yoruyoruz.
Siyasetin demokratikleşmesi ve katılımın artması hususunda en başta seçim sisteminde köklü değişikliklere gitmek gerekiyor. Bu konuda en önemli sorunlardan birisi yüzde onluk seçim barajı. 2017 referandumundan sonra ucube başkanlık rejimine geçilmesine rağmen yüzde onluk barajın korundu. Başkanlık sisteminde meclisin kompozisyonu ile hükümetin teşkili arasında bir ilişki bulunmuyor. Bu şartlarda hükümet istikrarı bahanesiyle seçim barajının savunulmasının hiçbir mantığı yok. Ancak her şart altında yüzde on seçim barajı kabul edilemez. Baraj dışında en önemli sorunlardan biri de illerin temsilleri arasındaki adaletsizlik. Mevcut sistemde her ile bir milletvekili dağıtılıyor. Ardından kalan sandalyeler nüfusa göre dağıtılıyor. Bu şartlarda kimi iller on bin ya da on beş bin oyla vekil seçerken bu sayı İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerde neredeyse yüzbine çıkıyor. Bu durum her oyun eşit olduğu varsayımını kökünden etkiliyor. Bir diğer önemli mesele ise kimi seçim çevrelerinin aşırı büyük olması ve bu ölçekte seçim çevrelerinde etkin bir seçmen-siyasetçi ilişkisinin kurulmasının imkansız olması. Ama bu sorunun çözümü seçim bölgelerini çok dar tutarak ulusal baraj benzeri bir seçim bölgesi barajı yaratmaktan geçmiyor. Yine seçim harcamalarının şeffaflıktan uzak oluşu da önemli bir sorun olarak not edilmeli. Türkiye’de siyasetin finansmanı çok ciddi bir problem. CHP olarak önerdiğimiz Siyasi Etik Yasası bu sorunun çözümünde ciddi bir başlangıç olabilir.
Bunun yanında seçmenin aday tercih edememesi ve siyasi partilerin adaylarını merkezde hiçbir seçim ve gerçek rekabet olmadan tespit etmeleri de büyük bir problem. Bu şartlar siyasetçinin yüzünü seçmenlere değil parti merkezine dönmesini beraberinde getiriyor. Seçim sistemindeki bu ve benzer meselelerin yanına siyasi partilerin örgütlenme biçimlerinin aşırı profesyonelleşmiş olduğunu, partilerin sivil toplumdan kopuk olduklarını ve parti bünyesinde rekabetçi ve çoğulcu bir ortamın bulunmadığını not etmek gerekiyor. Ayrıca parti merkezinin yerel örgütler üzerinde aşırı bir gücünün bulunması da demokratik işleyişi imkansız kılıyor. Ayrıca siyasi hayatın içinde bulunduğu bu antidemokratik ortamda başta kadınlar, gençler ve engelliler olmak üzere kimi toplumsal kesimler siyasette doğru şekilde temsil edilemiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin siyasi temsilde sağlanamaması bu bakımdan çok ciddi bir sorun oluşturuyor. Siyasal hayatımızda bu ve benzeri sorunların yanına yeni sorunlarda ekleniyor. Bunların başında iletişim teknolojisinde ve internet alanında yaşanan gelişmelerin demokrasi ve katılım üzerindeki etkileri yer alıyor. Bu sorunları tartışmaya geçmeden önce partimizin özellikle parti içi demokrasi ve katılım konularında diğer partilerden önemli farkları bulunduğunu not etmeliyim. CHP olarak parti içi görevlere gelmede rekabetçi seçimleri uyguluyoruz. Neredeyse bütün mahallelerde, ilçelerde ve illerde rekabetçi seçimler yapılıyor, adaylar ve listeleri yarışıyor. 2018 baskın seçimlerinde uygulayamasak da 2015’de kapsamlı bir biçimde önseçimleri uyguladık. Sorunlarımız olsa da parti içi demokrasi uygulamaları bakımından diğer partilerin çok önünde bir konumdayız.
Siyasetin demokratikleşmesi ve katılımın artması bahsinde internet kullanımı ve yeni medya uygulamaları gözardı edilen ancak günümüz açısından büyük önem taşıyan bir tema. Ayrıca siyasi tartışmalarda gelecekte çok daha ağırlıklı olarak ele alınacak bir konu olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bu yazı kapsamında bu konu hakkında notlar düşmek de önem taşıyor. İlk olarak internet ortamında ve sosyal medyada yaşanan gelişmeler karşısında demokratikleşme ve katılımın artması bakımından akılda tutulması gereken ilk konu ulusal ve uluslararası düzeyde standartların belirlenmesi. Bu standartların demokrasiyi pekiştiren ve katılımı arttıran bir düzeyde olması için bu alanlarda çalışan uluslararası örgütlerin ve kar amacı gütmeyen kuruluşların rapor ve önerileri büyük önem taşıyor. Bahsi geçen standartlar evrensel değerleri temel almalı ve evrensel ölçüler içinde tartışılmalı.
Bu standartların uluslararası planda uygulanması ise devletler arası yeni mekanizmaları gerektiriyor. Çünkü ilgili kuruluşlar son tahlilde şirketler ve demokrasi ile katılım gibi hususları şirketlerin insafına bırakmak çok da makul görünmüyor. Bu alanda akılda tutulması gereken bir diğer husus ise internet kullanıcı hakları ve yeni kuşak insan haklarının gelişimi. Ayrıca devletlerin internetle ilgili kuruluşlarının interneti yasaklanacak bir alan olarak değil katılımı ve doğru bilgiyi yaygınlaştıracak bir mecra olarak geliştirmeye yardımcı olması. Bunun yanında internet ve sosyal medya konularının çok temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğü boyutu olduğunu unutmamak gerekiyor. Son olarak bu alanda kimi uluslararası sorunların da bulunduğunu gözardı etmemek lazım. En başta yanlış bilgilerin yayılması, nefret söyleminin gelişmesi ve seçimlere yabancı müdahale gibi uluslararası planda tartışılan ciddi sorunlar var. Bu sorunların çözümü yasakçı uygulamalarda değil aksine özgürlüklerin derinleştirilmesi ve uluslararası standartların oluşturulmasında. Buna ek olarak internet ombudsmanı benzeri kurumsallaşmaların yaratılması da bu alandaki sorunlarla mücadelede ciddi bir imkan yaratabilir. Ayrıca gençlerin ve internet kullanıcılarının internet ve sosyal medya alanında yaşam boyu öğrenme perspektifiyle eğitilmesi de büyük önem taşıyor. Görüldüğü gibi demokrasi ve katılım bakımından internet ve sosyal medya yeni fırsatlar sunduğu gibi yeni sorunları da gündeme getiriyor. Bu nedenle internet ve sosyal medya alanında yasakçı değil standartlar oluşturmaya dönük bir perspektif gerekiyor.
Sonuç olarak siyasi hayatımız 12 Eylül darbesinde planlandığı gibi demokrasiden uzak bir işleyişe ve siyasal kültüre dayanıyor. Bu işleyişin ve kültürün değiştirilmesi Türkiye’de genel olarak demokratikleşmeye büyük katkı sağlayacaktır. Başta anayasa olmak üzere siyasi partiler ve seçim kanunlarında yapılacak demokratikleşme yolunda düzenlemeler bu alandaki başlangıç hamleleridir. Ancak iletişim teknolojisinde yaşanan yeni gelişmeler karşısında sadece ilgili kanunlarda değişiklikler yapmakla sınırlı bir vizyon yeterli olmayacaktır. Bunun ötesinde evrensel değerleri sahiplenen bir bakış açısıyla sorunları ele almak ve çözümler için kararlı adımlar atmak gereklidir.