Yerel Yönetimlerde Deform: Bir Açmaz Olarak Yerel Yönetim Reformu

ALİ MERT TAŞÇIER

Kurumlar, reforma kapılarını kapadıkça sona doğru ilerler, sona doğru ilerledikçe de reform yapma olasılığından uzaklaşırlar. İktidarlar için de aynısını söylemek mümkün. Reform kapasitesi, kendini yenileme gücünü gösterir. Bu sağlıklı bir bünyenin de belirtisidir. Çünkü reform söz konusuysa eleştiri, özeleştiri, tartışma, değerlendirme ve hatta istişarenin büyük oranda korunduğu anlaşılır. Reform denilince bunu her dönem çok sık tartışan ama gerçekten az sayıda başarabilen bir ülkenin yurttaşı olmak da ayrı bir yazının konusu. Geldiğimiz noktada da reform sözünü epey duyar olduk. Özellikle birkaç yıldır en çok işittiğimiz ifadelerden biri: Yerel yönetim reformu.

Yerel yönetim reformu başlı başına mevcut iktidar döneminin tartışma alanı olmamakla birlikte, en çok girişim ve kısmen başarı da bu dönemde olmuştur. Girişim, aslında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in refleksi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla yarıda kalmış bir hamleydi. Tartışmaya muhtaç bir düzenleme olmakla birlikte, bugüne kadar yerelleşme yönünde atılmış en büyük adımlardan biriydi Kamu Yönetimi Temel Kanunu (2003). Buradaki “yerelleşme” ifadesinden olumlama çıkarmamak gerekir. 2003 tarihli düzenleme başka bir yazının konusu olmakla birlikte, o günlerin “yerelleşmeci” durumundan/görüntüsünden nasıl oldu da günümüzün aşırı merkezileşme durumuna gelindi? Ve nasıl oluyor da bu denli yoğun merkezileşme sürecinde yerel yönetim reformu dile pelesenk oluyor?
Amaç (Yerel) Demokrasi Mi?

Öncelikle kavramsal netleşme için şunu belirtmek gerekir: Yerel yönetimlerde reform düşünülmesi, illa yerel yönetimlerin güçleneceği, yerelleşmenin artacağı anlamına gelmemektedir. Son dönemde çıkan yerel yönetimleri ilgilendiren yasalarda da benzer bir durumu görmek mümkün. Yerel yönetimle ilgili bir yasa çıkıyor olması, yerel yönetimlerin yönetsel ve mali özerkliğinin artırılacağı anlamına gelmiyor. Başka bir ifadeyle özellikle 2017 Anayasa Değişikliğiyle siyasal ve yönetsel merkezileşmenin zirvesinin yaşandığı ülkede, aynı siyasi iktidarın yerel yönetim reformu yapması olasılık dahilinde. Bunun yerel yönetimleri güçlendirmesi ise eşyanın tabiatına aykırı. Bunun temel iki nedeni var:

-İktidar hem siyasi hem de yönetsel bu denli merkezileşmişken neden yerel yönetimlere daha fazla görev, yetki ve bütçe versin?

-31 Mart/23 Haziran 2019 Yerel Seçimleri sonrasında yerelde iktidarı kaybettikten sonra hele ki kaybettikleri belediyelerin başarısı ortadayken neden onları daha çok güçlendirerek, genel iktidarını iyice risk altına soksun?

Bunun tersi mümkün, ama tek olasılığı topyekun demokratikleşme yolunda ilerleme kararlılığıdır. Başka bir nokta da es geçilmemeli. Hukukun “usul esastan önce gelir” ilkesi gibi, siyasette de “zamanlama eylemden önce gelir” ilkesi vardır diyebiliriz. Çünkü zamanlamanız, siyasetteki tercihlerinizi yansıtmak için en önemli araçtır. Örneğin, iktidardasınız ve 2012 yılı gelmiş çatmış. O dönemde yerel yönetimleri kökten değiştiren, Anayasa’ya aykırılığı çok güçlü biçimde ileri sürülebilen, belediye başkanını güçlendiren ve aynı zamanda büyükşehir statüsünde olanlarda ilçeleri büyükşehire karşı hiyerarşik ast pozisyonuna getiren, anlaşılmaz biçimde Anayasa’da hükmü bulunan il özel idarelerini yasayla büyükşehirlerde kaldıran, hizmette verimliliğe, optimal ölçeğe ve diğer hiçbir bilimsel veriye dayanmadan büyükşehir sınırlarını ilin mülki sınırıyla örtüştüren, görev ve yetki artışına paralel olmayan bir mali düzenleme öngören bir yasa çıkarıyorsunuz. Genelde ve yerelde iktidardasınız, böyle bir yasayla kurumların olanaklarını iktidar lehine pekiştirecek bir düzen söz konusu olabilecek, ama hizmetin etkinliği, verimliliği ve demokrasinin temel ilkeleri gerileyecek. Demokrasinin temeline aykırı her düzenlemenin bumerang etkisi gösterdiği gibi, burada da beklenen sonuç ortaya çıkıyor. Yerel iktidar gidince birden yerel yönetimlerdeki düzenlemelerin antidemokratik olduğu ileri sürülüyor. Peki, “bu düzenlemeleri demokratik hale neden getirmediniz” sorusu sorulabileceği ortada. Oysa bu düzenlemeleri yapan, yasaları çıkaran, düzenlemelerin antidemokratik olduğunu ileri süren iktidarın kendisi. Bu ironik durumu somutlayalım.

Dış Mihrakların Oyunu Muydu?

Öğrenciler için genel bir önyargı vardır: Eğer sınav notu pekiyiyse “5 aldım”, not biraz düşük gelince “hoca düşük vermiş.” Benzeri yakın dönem siyasette “dış mihraklar” olarak vücut buldu. Dolar düşerse “uyguladığımız ekonomik politikaların başarısı” ama yükselirse “dış mihrakların oyunu” oluyor. 2002 yılından beri görevde olan mevcut iktidarın yerel yönetimlere dair antidemokratik düzenlemelerin olduğunu belirttiği yasalardan bazıları ve yürürlüğe giriş tarihleri şöyle:

-5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu 10 Temmuz 2004

-5393 Sayılı Belediye Kanunu 3 Temmuz 2005

-5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu 22 Şubat 2005

-6360 Sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 12 Kasım 2012.

Genelde iktidar olan partinin yerelde de iktidarken çıkarttığı bu yasalar, 31 Mart/23 Haziran 2019 Yerel Seçimlerinden sonra herhangi bir değişiklik yapılmamasına rağmen antidemokratik düzenlemeler içermeye başladılar! Siyasette zamanlamanın önceliği burada devreye giriyor. Eğer her iki iktidara da sahipken yapacağınız düzenlemeler demokrasi yönündeyse ilerleme gerçekleşir. Ama iktidarı pekiştirme, olanaklardan lehe yararlanma ve daha ötesi iktidarı sürdürme amaçlı düzenlemeler öngörülüyorsa bunlar bir gün gelir düzenlemeleri yapanı vurur. 6360 Sayılı yasa ile belediye başkanlarına, ilçelerine göre büyükşehirlere verilen yetkiler, yerel iktidar kaybedildikten sonra antidemokratik olmaya başlamışsa ortaya yine zamanlamaya dair bir sorun çıkmıştır. Zamanlama demokrasi açısından yine yanlıştır. Oysa 6360 Sayılı yasanın görüşmeleri sırasında çok ciddi eleştiriler ve uyarılar yapılmıştı ki bunların bir kısmını yerel iktidarı kaybettikten sonra iktidar partisinin yetkilileri de dile getirmeye başladı.

Yerel yönetimlere dair antidemokratik düzenlemelerin eleştirilerinde daha öteye gidilerek, tarihi niteliğe sahip, aynı niteliklerin iktidar tarafından çıkarılan yasalarda da korunduğu kimi kurumlar hedef tahtası haline geldi. Burada ilginçlik, belediye başkanlığı kaybedilmiş ama meclis çoğunluğuna sahip olunduğu için başkanın kimi yetkilerinin tırpanlanmaya çalışılmasıdır. Konunun somut örneklerinden biri de belediye encümenidir. Erdoğan, partisinin 2019 Kızılcahamam kampında, 31 Mart seçimlerinden hemen kısa bir süre sonra şunları söylemişti: “Encümenin 5’i seçilmiş, 5’i atanmış, artı bir de belediye başkanı. Fakat bunu demokrasiye uygun bulmuyorum çünkü demokrasi seçilmişlerin egemen olduğu bir yerdir, atanmışların değil. Yerel seçimlerle ilgili bir düzenlemenin parlamentoda gözden geçirilişinde bunu bir defa ele almamız şart.” Öncelikle encümenin görev ve yetkilerine bakıldığı zaman zaten belediyenin hizmet sunumunda bulunan yöneticileri ve seçilmişlerinin eşgüdümünün olduğu bir birim tarif edilmektedir. Doğal olarak belediyede konunun uzmanı ve yönetim kısmında olanlarla halk tarafından seçilmiş kişilerinin aynı yerde olması beklenir. Yani her yerde seçilmişlerin olması demokrasi anlamına gelmemektedir. Aksine seçilenlerin yönetim birimindekileri halk adına denetlemesi, beldenin sorunlarının takip edilmesi, yöneticilerin birimlerinde planlamaya, uygulamaya ve cezalara dair işlemlerin karara bağlanması açısından atanmışlarla seçilmişlerin aynı yerde olması bu durumda etkinlik sağlayan bir özellik ortaya çıkarır. Yani demokrasiye katkı sunma amacıyla iktidarına hizmet etme amacı arasında çok kalın çizgiler vardır. Asıl düzenleme yapılması ihtiyaç alanlarda sorunlar beklerken ayrıntılarda boğulmak ise olması gerekenden uzaklaşma anlamına gelmektedir.

İktidar Deformdan Reforma Geçebilir Mi?

Geçtiğimiz zamanlarda çeşitli platformlarda iktidarın tasarladığı yerel yönetim reformunun içeriğine dair alınan bilgilere dayanarak kimi şeyleri yazmak mümkün olmuştu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlananlar içerisinde şu öneriler dikkat çekiciydi:

-2012 yılında 6360 Sayılı yasa ile iktidarın bizzat temelinden sarsılan büyükşehir belediyesi ile ilçe belediyeleri arasındaki görev dağılımının yeniden ele alınması öneriliyor. Bunda İstanbul, Ankara, Mersin, Adana gibi büyükşehir belediyelerinin Millet İttifakı’na geçmesi ama ilçelerinin büyük oranda Cumhur İttifakı’nda kalmasının payı olduğu izlenimi uyanıyor. Çünkü büyükşehir-ilçe arasında hiyerarşik bir düzeni andıran görev dağılımını getiren iktidarın kendisiydi. Görev ve yetkiyle oranlı olarak gelir aktarımının da ilçeler lehine olması öneriliyor. Edindiğimiz bilgiler şu hizmetlerin büyükşehir belediyesinin ihtiyari olarak yetki devri kararına bırakılmaksızın ilçelere aktarılmasının altı çiziliyor: Haşere ile mücadele, ilaçlama, terminal, mezarlık ve defin hizmetleri, mezbahalar, zabıta, yolların temizliği, isim verme ve numarataj, toptancı halleri, inşaat malzemesi, hafriyat toprağı vb. yerini belirleme, bunlarla ilgili gerekli önlemleri alma.

-Belediye meclislerinin yetkilerinin, lehine artırılmasının planlandığını da öğrenme olanağı oldu. Yine İstanbul, Ankara, Mersin, Adana gibi büyükşehirlerde belediye başkanlarının aksine meclisin çoğunluğunun Cumhur İttifakı’nda olması sonrası yapılan bu öneri de ilginç. Hatta belediye meclisine belediye başkanının değil, meclis içinden seçilecek birinin başkan yapılması yürütülen tartışmalar arasında.

-İmara ve planlamaya dair önemli bazı yetkilerin ya merkezi yönetime ya da büyükşehirlerdeki ilçe belediyelerine devredileceği önerisi de vurgulanmış.

-6360 Sayılı yasanın en büyük sorunlarından biri, büyükşehir belediyelerinin hizmet alanlarının ilin tümünü kapsamasıdır. Merkeze yüzlerce kilometre/saatlerce uzakta bir mahalleye büyükşehir belediyesinin hizmet götürmesinin etkinlik ve verimlilikle açıklanması mümkün değil. Buna çözüm olarak ise büyükşehir ilçelerinin merkez ilçe belediyesi ve ilçe belediyesi şeklinde iki sınıfa ayrılması sunulmuş. Büyükşehir belediyelerinin CHP’li başkanlarca kazanılmasının ardından uzaktaki ilçelerin düşünülmesi de zamanlamayı akla getirmektedir.

Peki, bu öneriler ne zaman hayata geçirilecek ya da geçirilebilecek mi? İktidar yetkililerince kamuoyuna verilen demeçler 2020 başında reformun hazır olacağı yönündeydi. Neredeyse 2022’ye geldik. Ortada bir reform olmadığı gibi, yukarıda sayılmayan kimi öneriler de torba yasaların içerisine serpiştirilerek uygulamaya kondu. Geçtiğimiz yasama yılında, yani 1 Ekim 2020 itibariyle Meclis’e çok sayıda torba yasa sunuldu. Bunlar içerisinde otopark, doğal gaz şebeke bedelleri, baz istasyonu ruhsatlandırması, kırsal mahalle (büyükşehir statüsündeki illerde köylerin mahalleye dönüştürülmesinden kısmi geri adım niteliğindeki düzenleme) gibi doğrudan belediyeleri ilgilendiren maddeler de yerleştirilmişti. İktidarın üzerinde çalıştığı reform taslağında bu öneriler söz konusuyken farklı torba yasalarla küçük sorunların çözülmesi reformun içinden çıkılmaz bir hale bürünmesi anlamına gelmektedir. Anlaşılan o ki reformun da reforma ihtiyacı var.

Ne Yapmalı?

Cumhur İttifakı’nın, yani iktidarın ne yaptığı, yap(a)madığı, yapacağı ya da yap(a)mayacağı aslında ortada. Geriye kalan Millet İttifakı’nın bu konuda ne yapması gerektiğinin tartışılması. Öncelikle temel tespitin ortaya konulması gerekir: Türkiye, yerel yönetimlerden ziyade topyekun bir yönetim reformuna ihtiyaç duymaktadır. Yani İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde belirtildiği gibi, yeni bir merkez yerel dengesi kurulmalıdır. Bunun için de anayasal hükümler başta olmak üzere ana çerçeve değiştirilmeli ve buna göre ayrıntılar belirlenmelidir.

-Yerel yönetimlerin görev ve yetkilerini tek başına güçlendirmek anlamlı değildir. Bu nedenle aynı oranda bütçe kaynağı sağlanmalıdır. Bütçeden de kasıt yalnızca Genel Bütçe Vergi Gelirlerinin (GBVG)’nin artırılması olmamalıdır. Özkaynaklar konusu özenle ele alınmalıdır. Belediyelerin daha üreten ve/veya üreticiyle birlikte iş yaparak hem kazanan hem kazandıran hem de tüketiciyi rahatlatan gelirlere sahip olması zor değil.

-Görev tanımlanmasında ve yetki devrinde sınırlar belli olmalıdır. Eğitim, sağlık, milli güvenlik ve benzeri konuların merkezi bir planlamayla yürütülmesi ülke koşulları açısından doğru olan seçenektir. Ancak bu durum yerel yönetimlerin eğitim, sağlık ve belli konularda tümden dışarıda kalması anlamına gelmemelidir. Örneğin; okul öncesi eğitim, eğitim kurumlarıyla işbirliği, mesleki eğitim gibi konularda yerel yönetimler doğrudan sürece dahil olabilmelidir.

-Belediye şirketleri baştan ele alınmalıdır. Bu konuda belediyelerin ana hizmetlerinin doğrudan belediye tarafından görülmesini sağlayacak personel ve bütçe sorunları giderilmeli, şirketlerin mevzuat konusunda dağınıklığı giderilmelidir.

-Bir belediye hizmet binasından içeri girildiğinde belediye çalışanı sözleşmeli memur, kadrolu memur, şirket personeli ve işçi gibi birbirinden farklı statüde olabilmektedir. Bu karmaşaya son verilecek personel düzenlemesi yapılmalıdır. Aynı zamanda doğrudan belediye başkanıyla çalışacak, yerel hizmette bulunacak Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterini neden bir bakan onaylasın? Bu gibi iktidar izinlerine son verilmelidir.

-Bir ülkede demokrasinin olabilmesi hem yerelde hem de genelde evrensel demokrasinin ilkelerinin uygulandığı bir düzene bağlıdır. Bunun için tüm unsurlar aynı anda devrede olmalıdır. Yerel yönetimler için de katılım sadece seçim dönemi oy kullanmanın ötesine geçirilmelidir. Karar alma süreçlerine halkın katılımını sağlayacak mekanizmalar devreye sokulmalıdır. Kent konseyleri, mahalle muhtarlıkları, belediye meclislerinde sivil toplum örgütlerinin temsili gibi yöntemler değerlendirilmelidir.

-Belediye salt başkandan ibaret değildir. Bu nedenle belediye meclisi seçimlerinde de temsilin önündeki en büyük engel olan onda bir barajlı nispi temsil ya da kesme yöntemine son verilmeli, makul oranda bir baraj uygulanmalıdır.

-Büyükşehir belediye meclisi üyelerinin seçim yöntemi, ilçeler arasında adaletsiz, büyük ilçelerin aleyhine bir temsiliyet ortaya çıkarmaktadır. Büyükşehir belediye meclis üyelerinin oranları ilçeler arasında adil biçime getirilebileceği gibi, bu üyelerin ilçe meclis üyelerinden ayrı seçilmesi de sağlanabilir.

-Belediye meclisi karar organı olmakla birlikte, denetim görevini de layığınca yerine getirebilmelidir. Ancak bu durum, belediye başkanının çalıştırılmaması anlamına gelmemelidir. Karar ve yürütmede denge sağlanmalıdır. Belediye başkanlarının tek başına bir belediye gibi olmasının, meclislerin hizmetlerin aksaması pahasına eylemlerde bulunmasının önüne geçilmelidir.

-Büyükşehir belediyelerinin hizmetlerin verimliliği ve etkinliğini sağlamada önlerinde engel olan il sınırlarıyla aynı alanda iş görmesi mutlaka baştan ele alınmalıdır. Optimal ölçek konusunda her ilin özgün koşullarını yansıtacak ölçütler konulabilir, ilçe belediyeleriyle işbirliği büyükşehirlerde yeniden ele alınabilir ya da görev ve yetki sınırları çizilerek il özel idareleri yeniden ihdas edilebilir.

-Belde belediyeleri nüfus, hizmete erişim, coğrafi durum gibi ölçütler temel alınarak başta büyükşehirler olmak üzere yeniden açılmalı, mevcutlar da düzenlenmelidir.

-Büyükşehirlerde bir gecede varlığına son verilen ve mahalleye çevrilen köyler, kırsal mahalle adı altında yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır. Ancak soruna çözüm niteliğinde olmayan bu duruma son verilmeli, köy ismiyle tüzel kişiliğe sahip birimler tekrar kurulmalıdır. Burada kentsel vergilendirme işlemlerine son verilmeli, kırsalın üretim yeteneklerine göre düzenleme yapılmalı, buralardaki tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir.

-6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu lağvedilmeli, kentsel dönüşüm hem afete hazırlık hem de sağlıklı bir çevrede yaşama temel mantığında; yerel yönetimlerin katıldığı, kamunun garantörlüğünde halkın rızasının tam olarak sağlandığı, yerinde yapılacak biçimde mevzuata bağlanmalıdır. Bu çok zor bir iş değildir. Başta İzmir olmak üzere, İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerinde doğrudan böyle uygulamalar söz konusudur. Örnek alınabilir.

-Göçmen, mülteci, koruma altındaki yabancılar ya da her ne isimle anılırsa anılsın bu konu artık Türkiye’nin bir gerçeğidir. Hizmete ulaşım nedeniyle yerel yönetimler göçmenlerin en çok muhatap aldığı kurumlar olmakla birlikte, göç yönetiminde neredeyse hiçbir yasal yetkisi bulunmamaktadır. Özellikle göçmenlerin uyumu konusunda yerel yönetimlerin içerisinde olduğu mekanizmalar kurulmalıdır.

-Artık dünya, çevrenin korunmasını temel alan yerel ve genel politikalar üretmeyi ana hedef yapmıştır. Kentlerin planlanması, atıkların geri dönüşümü, enerji ve su tasarrufu, yeşilin artırılması gibi başlıklar yerel yönetimlerin doğrudan görev ve yetki alanında bulunmalıdır.

-Çevre korunmasını destekleyecek, kentlerin yorulmasının önüne geçecek, her alanda tasarrufu sağlayacak, yaşamı kolaylaştıracak, hizmetlere kolay ulaşılmasına neden olacak, şeffaf ve katılımcı bir yönetim sergiletecek akıllı şehir uygulamaları artık başat olarak ele alınmalıdır.

-“Kalkınma döneminin geride kaldığı” neoliberal sav, COVID-19 pandemisiyle birlikte net biçimde yanlışlanmış oldu. Aksine kentlerin kalkınma konusunda merkezi yönetim kadar etkili olabileceği açıkça anlaşıldı. Bu bağlamda temel enstrüman olan kooperatif konusu baştan ele alınmalıdır. Yerel yönetimlerin hem üretmesi hem de üreticiyi teşvik ederek tüketiciyi koruması mümkündür. Bunun örnekleri sadece tarihte değil, Aydın, İzmir, İstanbul, Ankara, Eskişehir, Çanakkale, Burdur ve bunlar gibi belediyelerin mevcut uygulamalarında da görülebilmektedir.
-Onlarca belediyede milyonlarca seçmenin tercihini, keyfi, Anayasa’ya aykırı, yerel yönetim doktrininde herhangi bir ilkeyle açıklanamayacak kayyum uygulamasına son verilmelidir. Merkezi yönetimin yerel yönetim üzerindeki vesayet denetiminin sınırları net olarak çizilmelidir.

-Sayıştay’ın belediye denetimleri tehdit unsuru olarak algılanmayacak biçimde adil kurallara bağlanmalıdır.

-Köy Kanunu için başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu kadrolarına özel bir teşekkür etmek zorundayız. Ama bu kanun güncelliğini yitirmiş, günümüz ihtiyaçlarına yanıt veremez durumdadır. Mutlaka baştan ele alınmalıdır. Kırsal üretimi temel alacak nitelikte köyü yeniden yaratmak elzemdir.

-İl özel idareleri belediyelerle çakışan görev ve yetkilerinden arındırılmalı ama etkin pozisyona getirilmelidir.

-Kalkınma ajansları gibi başarısız (ki bu haliyle başarısız olacağı zaten kuruluşundan önce çeşitli yöntemlerle ortaya konulmuştu) uygulamaya benzer olarak büyükşehirlerde lağvedilen il özel idarelerinin yerine kurulan Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlıkları kaldırılmalı ya da yerel yönetim birimlerine dahil edilmelidir.

Ana nitelikte öneriler daha artırılabilir. Ayrıntıda bunlardan çok daha fazla başlık mevcut. Ancak 2017 Anayasa Değişikliğiyle siyaseten merkezileşme en üst doza çıkarıldı. İşin ilginci belediyelerde buna benzer yapının temeli 2012’de çıkarılan 6360 Sayılı yasa ile atılmıştı. Belediye başkanı, Cumhurbaşkanı’ndan 5 yıl önce aşırı güçlü duruma getirilmişti (burada bir not düşelim: Belediye başkanı görev ve yetki olarak güçlenmişse de bütçesinin o oranda güçlenmemesi başka bir sorunlu alan doğurmuştur. Cumhurbaşkanı için bütçe sorunu söz konusu değildir). Bu nedenle yapılacak topyekun bir reform ile bu sorunlu alanlar ele alınmalıdır.

Kısacası halka en yakın yönetim birimini, halka en uzak hale getirmeyecek düzenlemeler, zamanlamayı demokrasiye uygun biçimde ayarlayarak eyleme geçirilmelidir.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: