Kentsel Çeşitlilik, Kent Yönetimi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği

Yerel yönetimler; kentsel ayrışmalar, güç ilişkileri ve mekansal adaletsizliklerle mücadelede dönüştürücü roller oynayabilir. Yerleşim alanlarından kentsel istihdama, altyapı hizmetlerinden kültür-sanata, her tür yerel hizmet alanına çoklu ayrımcılıkları içeren bir toplumsal cinsiyet eşitliği optiği ile yaklaşmak; varolan kimi hizmetleri dönüştürmenin yanı sıra yeni hizmet alanlarının da keşfedilmesine olanak sağlar. En başta daha net bir şekilde ifade edelim: Toplumsal cinsiyet eşitliği kentsel olanaklara erişimi kısıtlı olan herkese iyi gelir.
Hızla değişen ve çeşitlenen demografik ve sosyal örüntüler, yerel yönetimlerin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını kurumsallaştırmalarını ve toplumsal cinsiyete, dinamik ve çoklu ayrımcılıklar üzerinden yaklaşmalarını zorunlu kılıyor. Bu nedenle retorik düzeyde bir çeşitlilik ve kimlik temelli bir toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi yerine, çoklu ayrışma ve bir gerçeklik olarak çeşitliliği yapısal eşitsizlik göstergeleri ile ele almak gerekiyor.
Türkiye’de toplam 1397 belediyeden yalnızca 27’inin imzaladığı Avrupa Yerel Yaşamda Kadın Erkek Eşitliği Şartı’nda da yerel yönetimlerin tüm faaliyetlerine toplumsal cinsiyet bakış açısı yerleştirmelerinin gerekli olduğu ifade ediliyor. Buna göre belediyeler eylem planları ve programları için yeterli kaynak tahsisi yapmalıdır. Şart, toplumsal cinsiyet eşitliğine nüanslı bir yaklaşımı benimsemekte ve açıkça çoklu ayrımcılıkları içeren bir toplumsal cinsiyet bakışını ilkeleri arasında saymaktadır: İkinci ilkeye göre de “kadın-erkek eşitliğini sağlamak için çoklu ayrımcılık ve çoklu ayrımcılığın dezavantajları ele alınmalıdır”.
Kentsel Çeşitlilik ve Ayrışmalar
Türkiye’de kentler son kırk yılda büyük değişimler yaşadı. 1980’lerde Türkiye nüfusunun yalnızca %50’si il ve ilçe merkezlerinde yaşarken, bugün nüfusun %90’ı il ve ilçe merkezlerinde yani kentlerde yaşıyor. Kentlerde nüfus da, yaşam da çeşitlendi. Tüm bu dönüşümler hanelerde de önemli değişimlerle birlikte ilerledi. İç göç son kırk yılda kentsel demografiyi tümüyle dönüştürürken, kentlerde tarımdan kopan kadın nüfusu emecek bir iş piyasası gelişmedi. Bu nedenle artan eğitim oranları ve kentleşme süreçlerine karşın kadınlar büyük oranda “ev kadınlaşma” süreci yaşadı. Kadınların iş piyasasına girişi ile eğitim arasındaki sıkı ilişki bu nedenle giderek önem kazandı. Günümüzde bu bağlantı da büyük ölçüde zedelenmiş görünüyor. Kentlerde eğitimli genç kadın işsizliği rekor düzeylerde. DİSK-AR’ın, TÜİK Hane Halkı İşgücü Araştırması verilerinden derlediği son işsizlik raporuna göre genç kadınlar işsizlik oranının en yüksek olduğu kategori. Her 3 genç kadından biri işsiz.
Kentler aynı zamanda tek kişilik hanelerin, 65+ yalnız kadınların, çoğunluğu kadın yalnız ebeveynlerin de yoğun olduğu mekanlar. 2020 istatistiklerine göre Türkiye’deki hanelerin %17,9’u tek kişilik hanelerden oluşuyor. Bu oran daha 2014’te %13,9 idi. Türkiye’de 65+ yaş grubunda yer alan her dört yaşlıdan biri yalnız yaşıyor. Bu tek kişilik 65+ hanelerin çoğunluğu da kadınlar. Türkiye Sağlık Araştırması’na göre, 65-74 yaş grubundaki kadınların % 53’ü, 75 yaş üstü kadınların ise %53’ü yürüyemiyor. Kentin sokaklarında fazlaca görmesek de resmi rakamlara göre Türkiye’de %6,6 oranında engelli birey var. Alanda çalışan STK’lar resmi olmayan rakamların çok daha yüksek olduğunu ifade ediyor. Engelli bireylerin bakımı da hane içlerinde kadın emeği üzerine yıkılıyor. Yaşlı bakımı gibi engelli bakımı da kurumsal olanaklar ve sosyal politika alanının dışında konumlanıyor. TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre Kurumsal olmayan nüfusun %37’si konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu, %35’i sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri vb. problemleri yaşıyor. Medyan gelirin %60’ının altında geliri olan ailelerde bu oranlar çok daha yüksek.
Kentler bir yandan da küresel krizler ve uluslararası göç hareketleri çeşitleniyor. Ülkemizdeki göçmen ve mültecilerin %98,6’sı şehirlerde yaşıyor. Yabancı nüfus yani, ikamet izni olanlar da dahil olmak üzere geçici koruma statüsündeki göçmenler ile düzensiz göçmenlerin toplam sayısına ilişkin net rakamlara ulaşmak mümkün değil. Göç İdaresi 2016 yılından bu yana yıllık göç raporlarını yayımlamıyor. Yalnızca kayıtlı geçici koruma altındaki göçmenlerin sayılarına erişebiliyoruz. Kentlerde yaşayan göçmenlerin çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşuyor. Örneğin geçici koruma altındaki Suriyelilerin %70,8’i kadın ve çocuklardan oluşuyor .
Yerel yönetimlerin bütünüyle sosyal hizmet ve sosyal siyaset alanına kesişimsel bir toplumsal cinsiyet perspektifi ile yaklaşmaları büyük bir önem taşıyor. Bunun için öncelikle toplumsal cinsiyeti yalnızca “kadınlarla” ilgili bir alan olarak görmekten, “… ve kadınlar” yaklaşımından vaz geçilerek, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kurumsallaştırılması ve anaakımlaştırılması gerekiyor. Çünkü toplumsal cinsiyet yalnızca kadınlarla ve yalnızca “bazı kadınlarla” ilgili bir perspektif değil; farklı güç ilişkileri, farklı kırılganlıklar ve eşitsizliklerle mücadele etmede analitik ve nüanslı bir perspektif. Kısacası erkeklerin de, gençlerin, Romanların, engelli çocuğa bakanların da, yaşlıların ve göçmenlerin de cinsiyetleri var! Dahası, bu türden bir analitik optik kentsel ayrışma ve yapısal engellere ilişkin verilerin düzenli olarak izlenmesini gerekli kılıyor. Bu da kentsel verinin izlenmesi ve toplanmasında yerel yönetimlerin hem dijital araçları kamucu bir perspektifle kullanmalarını hem de kentte yaşayanların verisini kamucu politikalara dönüştürecek araçlar geliştirmelerini gerektiriyor.
Temsiliyet ve kent yönetimlerinde eşitlik
Yerel yönetimler üç temel işlevleri nedeniyle toplumsal cinsiyet eşitliği ve çoklu ayrımcılıklar konusunda dönüştürücü roller oynayabilirler. Kentsel yönetimde temsiliyet; kentsel katılım ve kentsel hizmetler alanı. Temsil açısından toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları, özellikle siyasi partiler içerisinde yerel yönetimlerle ilgili olarak izlenecek eşitlikçi stratejilere ilişkindir. Ne yazık ki, kentsel siyasette temsil açısından Türkiye’deki tablo iç karartıcı. Belediye başkanlarında kadın temsili tek haneli yüzdelerde (2019 seçimlerine göre %3), belediye meclislerinde ise % 10 bandında. Kuşkusuz bu yerel siyasetin niteliğini de etkiliyor. Yerel siyasetin bu kadar eril bir iklimde gerçekleşmesi, bütünüyle partilerin yerel örgütlenmelerindeki yönetsel seviyelerle de ilgili. Kadınların yerel siyasette görünürlük kazanması ve yıllardır siyaset içindeki emeklerinin karşılık bulması için çok kapsamlı stratejilere ihtiyaç var. Ve bu stratejiler yalnızca kotalarla değil, siyasal hayata katılıma ilişkin tüm kanallardaki ağır erkek egemenliğinin kırılmasına ilişkin kapsamlı politikaları içermelidir. Ancak bu yazıda temsil meselesini bir kenara bırakarak, daha çok kentsel bürokrasi, kentsel hizmet ve kentsel katılım işlevlerine odaklanmak istiyorum.
Yerel yönetimlerin bir örgüt olarak kendi yapıları, örgütlenme süreçleri, işe alım, kariyer ve terfi süreçleri, tedarik süreçlerine yönelik bir toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifini geliştirmeleri, yenilikçi ve hızlandırıcı stratejiler uygulamaları gerekiyor. Yerel yönetimler birim ve iştiraklerinde erkek yoğun alanlarda kadın istihdamını arttırarak, mevcut personeli çeşitlendirerek kapsayıcı bir insan kaynakları politikasını uygulamaya sokabilirler. Örneğin; Adana ve İzmir’de kadın otobüs şöförleri istihdamı, Diyarbakır’da kadın su sayacı okuyucuları; hem kadın istihdamının arttırılması hem de yerel yönetimlerin kalıpyargılarla mücalesi açısından bu türden iyi uygulamalara örnektir.
İşe alım süreçlerini şeffaflaştırmak, personel verisinin izlenmesi, performans değerlendirme süreçlerinin bu perspektiflerle gözden geçirilmesi büyük bir önem taşımaktadır. Bu nedenle kadınları yalnızca kadın-aile-çocuk-yaşlı hizmetleri alanında değil; ulaşım, çevre, yerleşim, altyapı, bilgi işlem, akıllı kent, istatistik ve veri analizi vb. birimlerde de sayısal olarak arttırmak önem kazanıyor. Bu alanlara yönelik mesleki eğitim alanları açmak, yerel yönetimlerin kendi insan kaynakları yönetiminde de toplumsal cinsiyet kalıpyargılarını kırıcı ve dönüştürücü adımlar atması bu nedenle çok kritik. Yerel idarecilere eşitlik ve kapsayıcılığa ilişkin farkındalık çalışmalarının ötesinde, bu alanlarda bilgi-beceri ve uzmanlıklarını arttıracak teşvikler sunmak da kritik bir önemde. Nihayetinde kesişimsel bir toplumsal cinsiyet analizi ve anaakımlaştırma uzmanlık ve beceri setlerini de içeren alanlar. Kısacası farkında olmak önemli ama dönüştürmek için kesinlikle yeterli değil.
Kentsel Hizmetler ve Eşitlik
Kentsel hizmetler alanında ise yerel yönetimlerin toplumsal cinsiyet duyarlı politikaları hayata geçirmesi için pratik ve stratejik toplumsal cinsiyet ihtiyaçları arasında ayrım yapmak gerekiyor. Bazı kentsel hizmetler yerel düzeyde toplumsal cinsiyet eşitlikçi dönüştürücü perspektifleri içermeseler de, pratik toplumsal cinsiyet ihtiyaçlarını karşılayan hizmetler olabilir. Örneğin kadınların el emeğini içeren pazarlar kurmak varolan toplumsal cinsiyet kalıpyargılarını yıkmaya hizmet etmeseler de, kadınlara ufak da olsa gelir imkanı yaratma gibi pratik ihtiyaçları karşılamaya yönelik olabilir. Ya da doğrudan kadınlara yönelik olarak kurgulanan ve kadınların kamusal alanda çocukları ile vakit geçirmelerine yönelik alanlar yaratmak amacını taşıyan merkezler açmak bu türden bir hizmet olabilir. Ancak yerel yönetimler yalnızca pratik cinsiyet ihtiyaçları düzeyinde kentsel kamusal hizmetlere yaklaşırlarsa, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından kalıpyargıları kıran dönüştürücü bir rol oynayamazlar. Avrupa Yerel Yaşamda Kadın-Erkek Eşitliği Şartı, yerel yönetimlere toplumsal cinsiyet kalıpyargılarının ortadan kaldırılması için de sorumluluklar vermektedir.
Eşitlik yönünde dönüştürücü kentsel hizmetler için, toplumsal cinsiyet eşitliğinin kentsel hizmet alanlarında anaakımlaştırılması gerekiyor. Anaakımlaştırma entegre etmekten çok daha kapsamlı bir strateji. Yani ulaşım ve kadın, altyapı ve kadın gibi, kadınların deneyim ve ihtiyaçlarını hizmet alanlarına entegre etmek değil yalnızca. Alana yeni bir optikle bakarak hem mevcut hizmetleri dönüştürmek hem de yeni ve daha önce düşünülmemiş hizmet alanları “keşfetmek” anlamına da geliyor. Bu sayede kentsel planlamadan, eğitim ve kültür politikalarına; sosyal politikadan topluluk oluşturma ve kurumsal iletişime kadar her alana çoklu ayrımcılıkları içeren kesişimsel bir toplumsal cinsiyet analizi ile yaklaşmak mümkün. Elbette eşitlikçi ve analitik bir perspektif için toplumsal cinsiyete duyarlı kesişimsel veri toplama ve izleme çok kritik bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor. Bu tüm kentsel hizmetler için geçerli. Örneğin İsveç Gothenborg belediyesi, otopark alanlarının kadınlarca özellikle gece saatlerinde güvenlik sebepleri ile daha az kullanıldığını cinsiyet duyarlı veri ile tespit etmesinin ardından, otoparkların bağlı olduğu iştirak şirketin toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi ile planlama ve tasarım ile cam malzeme ile şeffaf otoparklar tasarlamıştır. Bu tasarım aynı zamanda gençler, yaşlılar gibi kesimlerin de otopark kullanımını arttırmış ve otoparkların tedirgin mekanlardan, güvenli park alanlarına dönüşmesini sağlamıştır. Ayrıca otoparkları işleten belediye iştiraki şirketin yetki ve sorumluluk alanı ile, sokakların güvenliği, aydınlatma, yol planlama gibi hizmet alanlarının nasıl birbiri ile “konuşan”, birarada ele alınması gereken hizmet alanları olduğu görülmüştür. Kısacası otopark hizmeti, pek çok başka hizmet alanı ve farklı kesimin ihtiyaç ve deneyimleri ile çok daha kapsamlı bir hizmet alanı olarak ortaya konmuştur.
Eşitlik Politikalarının
Kurumsallaşması
Bunun yanı sıra yerel yöntemlerin, hem temsil ve katılım hem yerel hizmetler alanında eşitlik politikalarını kurumsallaştıracak mekanizmalara ihtiyaçları var. Yerel Eşitlik Eylem Planları, Toplumsal Eşitlik Birimleri, Stratejik Planların toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları ile ilişkilendirilmesi, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme, Cinsiyet Etki Değerlendirmesi, Kent Konseyleri ve Eşitlik/ Kadın Meclisleri, bu meclisler altında ihtisaslaşmış çalışma komisyonları gibi mekanizmaları aktif ve etkin bir şekilde kullanması, eşitlik politikalarının koordine edilmesi ve yerel bürokrasının eşitlik politikası ile ilgili perspektiflerinin güç kazanması ve kurumsallaşması açısından elzem.
Kentel eşitlik ve adalet; yerel yönetimlerin giderek daha fazla teknoloji marifetili hale gelmesini ve bunu kesişimsel toplumsal cinsiyet lensleri ile hayata geçirmelerini gerektiriyor. Dahası retorik ve kimlik temelli bir kırılganlık/dezavantajlı gruplar terminolojisinden çıkıp; kapsayıcı ve anaakımlaştırıcı, kentsel adalet arayışını derinleştiren bir politika çerçevesine geçmesi gerekiyor. Bu türden perspektiflerin geliştirildiği pek çok kamucu kent politikası örneği var. Özellikle paylaşım ekonomilerine, kooperatiflere, kentsel katılıma, kentsel ortak verinin sosyal politikalara dönüşmesine ilişkin pek çok arayış var. Kısacası yerel yönetimlerin her zamankinden daha fazla “feminist bilgiye” ve “dijital teknolojiye” ihtiyaçları var. Kentsel adaletsizlikler ve güç ilişkileri çok daha karmaşık. Bu nedenle de, karmaşık sorunları çözmede kullanacağımız araç ve perspektiflerin de çeşitlenmesi ve nüanslanması gerekiyor.
“…Yaşam belki
Her gün filesiyle bir kadının geçtiği
Uzun bir caddedir…”
Furuğ Ferruhzad, Yeniden Doğuş