İBB, İklim Krizi, Engeller

Dünya bir süredir Küresel İklim Krizi’ni daha yoğun bir şekilde tartışıyor. İklim krizi karşısında yeni bir küresel yeşil mutabakat ihtiyacı da sıklıkla gündeme geliyor. Bu tartışmalarda kentlerin ve kent yönetimlerinin yeri de çok ciddi bir gündem başlığı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak iklim krizi hakkındaki görüşlerinizi ve İstanbul Belediyesi’nde bu konu hakkında attığınız adımları sorarak başlamak istiyoruz.
Yaşadığımız dönemde insan doğayı şekillendiriyor. Küresel iklim krizi de bugünümüze ve yarınımıza büyük bir tehdit oluşturuyor. İBB olarak bu kentin çocuklarına yaşanılabilir “yeşil’ bir kent bırakmayı sorumluluğumuz olarak görüyor; bu amaç doğrultusunda çalışıyoruz. İBB Başkanı olarak, 16 milyon İstanbullu adına “Paris Antlaşması”nın destekçisi olduğumu hem ulusal hem de C40 Dünya Belediye Başkanları Zirvesi gibi uluslararası toplantılarda dile getiriyorum. Paris Antlaşması, altında imzası bulunan ülkelerin belediyeleri ile birlikte uygulayacağı, gezegenimizi kurtaracak bir anlaşmadır. Biz, İBB olarak 2050 yılına kadar karbon nötr bir İstanbul var edeceğimizi beyan ettik. Geçtiğimiz günlerde TBMM’de, tüm partilerin oy birliği ile Paris Anlaşması’nın kabul edilmesi çok olumlu bir gelişmedir.
Ağustos ayında Ege’de, Akdeniz’de ciğerlerimiz yandı. Üstüne bir de sel felaketi yaşandı. Biz İBB olarak o bölgelerde tüm birimlerimizle operasyonlarda yer aldık. Ancak, iklim değişikliği ve beraberinde getirdiği bu tarz afetlerle artık ne yazık ki her sene yüzleşeceğimiz bir gerçek.
“Yeşil” İstanbul hedefimizi hem kent yaşamında hem de ulaşım alanında hayata geçirmek için önemli hizmetlerde bulunuyoruz. Şu acı tabloyu da paylaşayım sizinle, İstanbul’daki orman alanları 1990 yılında 285 bin hektar iken 2020 yılında yaklaşık 50 bin hektar gerileyerek 238 bin hektara düşmüş̧. Yani 30 yılda orman alanlarının yüzde 17,5’i yok edilmiş. Yeşil alanlarımız, doğamız bizim geleceğimizin teminatı. 2,5 senede İstanbul’a Kemerburgaz, Atatürk, Yakuplu olmak üzere üç tane kent ormanı kazandırdık. Meydan tasarımlarımızda yeşili ön plana çıkartıyoruz. İstanbul’da artık ağaçla, ormanla, doğayla iyi anlaşan bir belediyecilik anlayışı var.
Karbon salınımını artıran en önemli etkenlerden biri kara ulaşımı. Bu alanında, metro ulaşımına çok önem veriyoruz. Dünya’da ilki başardık ve aynı anda 10 metro projesinin yürütüldüğü tek kent, İstanbul oldu. Bu projelerimize uluslararası ilgi de var. Örneğin, yaz başında Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ile ‘Yeşil Şehir’ aksiyon planı mutabakatı imzaladık. Bu mutabakata göre 25.5 kilometre uzunluğundaki İncirli-Sefaköy-Beylikdüzü metrosu EBRD’nin finans desteği ile hayata geçecek.
Doğa ve çevreyi koruma tartışmalarında önemli başlıklardan biri de İstanbul’un kuzeyinin korunması. Hem İstanbul’un su kaynaklarının korunması için hem ormanların korunması için hem de 16 milyon İstanbullunun geleceği için bu konunun çok önemli olduğu anlaşılıyor. Ak Parti döneminde İstanbul’un Kuzeyi hakkında atılan adımları ve yatırımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kapsamda Kanal İstanbul’un tamamlanması durumunda bu projenin İstanbul’da yaratacağı doğa ve çevre sorunlarını da değerlendirebilir misiniz?
Bugün İstanbul ne yazık ki dünyada en fazla gökdeleni bulunduran 26’ncı şehir. 150’den fazla gökdelen var bu kentte. Altta kalanın canı çıksın misali, dev betonlarla yeşili öldürdü bu son 20 yıldaki rant merakı. Bir de herkesin “Kanal” diye adlandırdığı; ama bizim için “Beton” proje olan bir garabeti tehdit olarak önümüze koydular. Bu proje de bahsettiğiniz gibi İstanbul’un kuzeyinde planlanıyor.
İstanbul’un kuzeyine gözlerini dikmişler; ama vatandaşın fikrini soran yok. Hiç o vatandaşa gidip “Biz bu Kanal’ı yapacağız sizin buna rızanız var mı?” diye sordular mı? Hayır. Biz bu “Beton Kanal” hakkında halkı bilgilendiriyoruz. Bu projenin zararlarını anlatıyoruz. E bir bakıyoruz, kamuoyu araştırmalarına göre bu kentin yüzde 50’sinden fazlası bu projeye olumlu bakmıyor, karşı çıkıyor, faydasına inanmıyor. Eğer yönetici koltuğunda oturuyorsanız ve bir şehre yatırım çekecekseniz önceliğiniz o şehri korumak olmalı.
Biz, bu konuda katılımın yoğun olduğu çalıştay yaptık. Raporlarımızı paylaştık. Projenin planına baktığımızda en büyük tehditlerin başında susuzluk geliyor; 8 bin 500 yıldır var olan İstanbul, sonsuza kadar yer altı ve yer üstü su kaynaklarını kaybedecek. Bir tek kanalla 135 milyon metre karelik bir tarım alanı yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Bunun neresi İstanbul’a fayda? Bir avuç insanın, sermaye sahibi yabancıların banka hesapları, 16 milyonun geleceğinden daha mı kıymetli? Bu kentin insanları beni ve ekibimi parası olana yatırım danışmanlığı yapmam için seçmedi. Ben bir belediye başkanı olarak, yeşil alanları, tarım alanlarını neden satışa çıkartayım, pazarlayayım? Aksine onları korumak benim sorumluluğum…
Belediye Başkanı seçildikten sonra oluşturduğunuz İstanbul Planlama Ajansı hakkında bir soru sormak istiyoruz. Bu ajans fikri nasıl doğdu? Bu ajans bünyesinde hangi çalışmalar yapılıyor? Bu çalışmaların genel olarak İstanbul vizyonunuz içindeki yeri nedir?
Yola çıktığımızda biliyorduk ki; yerel demokrasiyi geliştirmek adına atacağımız adımlar, en çok da sessiz bırakılanların, yoksulların, yok sayılanların, işsizlerin, kadınların gençlerin, çocukların; farklı kimlik ve inançtan kesimlerin bu şehirde özgürce, kamusal bir özne olarak var olabilmelerinin önünü açabilecek. İstanbul Planlama Ajansı (İPA), işte tam da bu gerçeklikten ve gerekliliklerden doğdu. İPA, küresel sistem içerisinde İstanbul’un rolünü, vizyonunu, gideceği yönü belirleyecek; bu kentin gerçek sorunlarına bilimsel, akılcı ve kalıcı çözümler üreten bir oluşum.
İPA, kurulduğu ilk günden yani Şubat 2020’den itibaren bizim yönetimimizin, “Adil, yeşil, yaratıcı ve mutlu İstanbul” vizyonunun hayata geçmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Çalıştaylar düzenliyor, akademik araştırmalar yapıyor, konferanslar gerçekleştiriyor. Şimdi, Florya’da eskiden Başkanlık konutu olarak kullanılan alana İPA’nın yeni kampüsünü kurduk. Halkla teması olan bir alan oldu burası artık. Bu kampüs adeta bir “fikir üretim fabrikası” gibi çalışacak.
Sadece kendi aklına güvenen kimse benim yol arkadaşım asla olamaz. İstanbul adına fikir verenler sadece biz seçilenler olamayız. Bizi seçenler de söz sahibi olmalı. İPA’nın fonksiyonunu burada daha iyi görüyoruz. İPA ve Kent Konseyi’mizin ortak çalışması ile “Katılımcı Bütçe” anlayışımızı geçtiğimiz aylarda hayata geçirdik. Bundaki amacımız da ortak akla dayalı belediyecilik hizmeti sunmak, şeffaf ve katılımcı bir yönetim anlayışını İBB’de hakim kılmak. “Katılımcı Bütçe” ile İBB’nin 2022 yılı bütçesi 16 milyon birlikte hazırlanacak. İstanbullular yatırım öncelikleri belirleyecek. Böylece belediye kaynaklarının ne şekilde kullanıldığını da şeffaf bir şekilde takip etmiş olacak.
Toplumsal gelişme stratejilerini belirlemek ve tariflemek; yenilikçi, kapsayıcı ve katılımcı bir planlama anlayışını içeriyor. İstanbul’un en büyük ihtiyacı da; bu anlayışın etrafında, toplumsal bir uzlaşı ile bir araya gelebilmektir. Ancak bu şekilde, bugün ve yarın, her kim göreve gelirse gelsin İstanbul’a ihanet edenlerin önüne set çekebiliriz.
İstanbul çok önemli bir tarihsel merkez. Birçok uygarlıklara evsahipliği yapmış bütün dünya için önemli bir şehir. Ancak İstanbul ne hakettiği turizm gelirlerine ulaşabiliyor ne de hizmet sektöründe küresel bir kent olabilmek için gerekli insan gücünü dünyadan çekebiliyor. Sizden önceki yönetimin hangi yanlış politikası bu durumu yarattı? Bu sonucu değiştirmek için hangi adımları atıyorsunuz?
Dediğiniz gibi, İstanbul çok önemli bir tarihsel merkez. Hatta, “dünya başkenti” şeklinde bir benzetmeyle vurgulanır bu tarihsel önem. İstanbul’un turizm gelirleri anlamında hak ettiği seviyede olmadığını üzülerek söyleyebilirim. Ama pek tabii bunda pandeminin de etkisi var; bu sadece İstanbul ve Türkiye için de geçerli değil. Örneğin, İtalya’da turizm sektörü 2020’de önceki yıla göre 120 milyar Euro’ya yakın bir kayıp yaşadı. Aşının bulunmasından sonra turizm alanında ciddi bir ivme kazanıldı. İstanbul, üç imparatorluğa ev sahipliği yapmış; her sokağı tarih kokan bir kent. Demografi değişse bile İstanbul kiliseleri, camileri, sinagogları, surları, sarnıçları, pazarları, sarayları ile bu kültürel zenginliği ebediyen taşıyacaktır. Gezmeye ömür yetmez. Ancak, bu kültürel zenginliğin daha çok dışa vurulması gerekiyor.
Yapılan bir araştırmaya göre, İstanbul’a gelen bir turist, kentin kültürünü yaklaşık iki buçuk günde geziyor. İstanbul’un bir semti bir-iki günde zor gezilebilirken, binlerce yıllık tarihe sahip bu kenti iki buçuk günde gezmek, İstanbul’un hakkını vererek gezmek anlamına gelmez. Bizim bu süreyi bir haftaya çıkarmamız lazım.
Ben ve ekip arkadaşlarım, İstanbul’a hak ettiği turistik ilgiyi kazandırmak için, İstanbul Turizm Platformu’nu kurma kararı aldık. 2019’da kurduk bu platformu. Göreve geldiğimizde yaptığımız ilk işlerin arasında yer alıyor diyebiliriz. Bu platformda 16 İBB birimi ve 200’den fazla paydaşların temsilcileri yer alıyor. İstanbul’un marka değerini her alanda olduğu gibi yine ortak akılla yükselteceğiz. İBB olarak turizm alanında taşın altına elimizi altına koymaya hazırız.
Hayata geçirmek istediğiniz birçok proje merkezi yönetim tarafından engellenmeye çalışılıyor. Oysa yerel kalkınma ve sorunların en yakın idari birim tarafından çözülmesi gibi politika ve ilkeler bakımından belediyelerin çok önemli bir rolü olması gerekir. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu merkez-yerel dengesi nasıl oluşturulmalı? Hangi adımlar atılmalı?
21.yy’da kentlerin uluslararası ilişkilerde yeri ve önemi artıyor. Bugün, farklı kıtalardan belediye başkanları bir araya gelip devlet başkanlarına önerilerde bulunabiliyoruz. Dünyanın en önemli sorunlarından biri olan eşitsizliğin azalması ancak yerelden küresele demokrasinin hayat bulması ile mümkün olabilecek. Türkiye için de aynı durum geçerli. Belediyeler halkın ilk temas ettiği kurumdur. Merkezi hükümetler, yerel yönetimleri dinlemeli, daha çok alan açmalıdır. Çünkü merkezi hükümetler tek başlarına her problemi çözemezler. 2,5 senedir ortak akıl diye çağrıda bulunuyoruz. Ortak akıl olmadan doğru adımları atamayız.
Ülkemizde bir adaletsizlik gerçeği var. Bu dönemde devlet-vatandaş arasındaki ilişkilerdeki yerel yönetimlerin önemini bir kez daha görüyoruz. İyi bir sosyal belediyecilik anlayışının kentte yüzleri güldürebileceğini ispat ettik. Bugün, bu kentin üniversiteli gençleri belediyenin ruhsatlı yurtlarında konaklayabiliyor, belediyenin eğitim desteğinden faydalanabiliyor. Küçük çocukların süt ihtiyaçları belediye tarafından karışlanabiliyor. Aileler, belediyenin kreşlerine çocuklarını teslim edebiliyor.
Bu adaletsizlik pandeminin en ağır yaşandığı dönemde kendini daha çok gösterdi. Kovid-19 vakalarının yüzde 60’ından daha fazlasının görüldüğü ilk dönemde, tüm belediye imkanlarımızı, 16 milyon için kullandık. Sağlık çalışanlarımıza ücretsiz konaklama imkanı, çiftçilikle ilgilenen vatandaşlara tohum desteği sağladık. 860 bin aileye nakit desteği, 560 bine aşkın gıda paketi desteğinde bulunduk. Bir de tüm dünyada ilgiyle takip edilen ve ödüller alan “Askıda Fatura” gibi bir iyilik hareketini başlattık.
Dediğiniz gibi, ülkemizde özellikle CHP’li belediyelerin hizmetlerine yönelik engellemelerle ne yazık ki karşılaşıyoruz. Siyasi çıkarlar nedeniyle merkezi hükümet tarafından CHP’li belediyeler iş yaptırmama gibi bir çaba ile karşı karşıyayız. Bu çok üzücü…
Ben ve ekibim 2.5 senede nelerle karşılaştık… İBB’ye ait mülkler elimizden alındı, hakkımda akla mantığı sığmayan nedenlerle soruşturma açma girişimleri oldu. Bu kentin daha iyi ulaşıma kavuşmasına değil bir avuç insandan oluşan çıkar lobilerine hizmet edenleri görüyoruz. 9 kez yeni taksi projemiz iptal edildi. Filomuza kazandıracağımız yeni otobüsler için gereken imza hala Ankara’da bekliyor.
Onlar bu “halktan kopuk” duruşlarına, önümüze engeller koymaya devam ettikçe ben ve ekibim çözüm bulmaya, üretmeye, hizmet etmeye devam edeceğiz. Halka hizmet yolunda önümüze çıkarılan engellere aşıyoruz, aşacağız.