Kent Konseyleri ve Yerelde Demokrasi

Aslında Türkiye’de pek de yeni olmayan kent konseyleri, demokrasinin yerelleşmesi için önemli kurumlardan bir tanesi. Yerel düzeyde örgütlenen yüzlerce sivil toplum örgütlerinin, devlet kurumlarının, üniversitelerin, muhtarların, derneklerin, odaların ve siyasi partiler gibi birçok kurumun katılımıyla oluşan kent konseyleri şehirlerin, ilçelerin veya mahallelerin sorunlarına çözüm ararken bunu demokratik yollarla hayata geçiriyor. Bu bakımdan kent konseyleri tartışma, uzlaşma ve müzakere kavramlarını merkeze alarak ortak akıl üretilen yerler oluyor.
Kent Konseylerinin Kısa Tarihçesi
1992 yılında Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda tartışılan sürdürülebilir kalkınma konusu üzerine geliştirilen ‘Gündem 21’, küresel eylem planı sonrasında geliştirilen kent konseyi kavramı, Türkiye’de ilk kez 1997 yılında uygulanmıştır. Kent konseyleri yerel düzeyde yönetimle sivil toplumu birleştirirken merkezine Birleşmiş Milletler kalkınma hedeflerini alan bir yönetişim modelini ve bu yolla katılımcı demokrasiyi teşvik etmeyi planlamıştır. Her ne kadar yeni bir kurum olmasa da kent konseylerinin geçmişten günümüze Türkiye’de pek de aktif oldukları (birkaç istisna hariç) söylenemez. Seçilmiş belediye başkanlarının çağrısı ile kurulan ve kurulması Belediye Kanunu’nda belirtilmiş olan kent konseylerinin maalesef ülke genelinde pek de aktif oldukları söylenemez. Türkiye’de toplam 1390 belediye bulunurken kent konseylerinin sayısı bugüne kadar en fazla 400 civarına çıkabilmiştir. Kurulan kent konseylerinin ne kadarının tamamen aktif olarak işlediği bilinmemekle birlikte aktif kent konseylerinin sivil toplumu oluşturan paydaşları karar alma süreçlerine dâhil ederek yerelde demokrasinin gelişimine olumlu katkı yaptığı söylenebilir.
Yerelde Demokrasi
Kent konseylerinin yerelde demokrasiye en büyük katkısı belki de müzakereci demokrasi kavramının katılımcı/çoğulcu bir yöntemle hayata geçmesi şeklinde gerçekleşiyor. Müzakereci demokrasi kısaca katılımcıların meseleleri ortak bir zeminde tartışmasına ve müzakere etmesine dayanıyor. Tartışma ve fikir alışverişleri bir karar alınırken her paydaşın fikrine danışılmasını ve doğal olarak alınan kararların bir fikir süzgecinden geçirilmesini sağlıyor. Ortak zemin yaratılması ise katılımcıların sisteme dâhil edilmesi ve diğer paydaşlarla tartışması sayesinde mümkün oluyor. Bu durum da katılımcılığın artması, yani halkın karar alma süreçlerine katılımıyla mümkün. Bir ülkenin geneli düşünüldüğünde katılımcılığın kısıtlı kalması olası fakat kent konseyleri özelinde söz konusu katılım istenildiğinde yüksek olabiliyor. Bu yöntemle sivil toplum belediye ve devlet kurumlarıyla bir araya gelirken vatandaşlar sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sürece aktif olarak dâhil olabiliyor. Bu durum vatandaşları sadece demokrasinin seçmen unsuru olarak değil, yerel yönetim içerisinde yönetişimin de bir parçası haline getiriyor.
2019 Yerel Seçimlerinde Mansur Yavaş’ın Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesiyle yeniden kurulan Ankara Kent Konseyi’nin (AKK) kurulmasıyla yeni bir oluşuma da şahitlik ediyor. Tıpkı parlamentodaki komisyonlar gibi işleyen çalışma grupları ve meclisler, TBMM’deki komisyonların aksine gerçek anlamda tartışmaların olduğu fakat uzlaşı kültürünü de içinde barındıran yerler. Paydaşların katılımıyla ortaya çıkan yeni fikirler ince elenip sık dokunduktan sonra belediye meclisine sunuluyor ve kabul edilirse hayata geçiriliyor. Örnek olarak yaklaşık iki yıllık bir süreç içinde birçok konuyu ele alan kent konseyinin iklim eylem planı ve sıfır atık gibi önemli ve tüm kenti ilgilendiren tavsiye kararları meclisten geçmiş durumda.
Kent Konseylerinin Limitleri
Her ne kadar AKK yerelde demokrasi fikrini hayata geçirmiş olsa da AKK’nin ve Türkiye’deki kent konseylerinin önünde bazı zorluklar ve olası kısıtlamalar bulunuyor. Öncelikle kent konseyleri belediye başkanlarının girişimleriyle kurulan ve paydaşları sayesinde ‘gerçek anlamda’ işleyen kurumlar. Ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin önceki dönemleri düşünüldüğünde, ortada somut bir kent konseyinin olmadığı ve başkana yakın kişiler tarafından oluşturulduğu görülüyor. Bu bize kent konseyi kuruluşunun bir yerde belediye başkanlarının inisiyatifine bağlı olduğunu gösterirken genel olarak kent konseylerinin gelişimini ve kurumsallaşmasını etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Süreklilik konseylerin kurumsallaşmasını olumlu yönde etkilen bir unsur çünkü konseylerin halk tarafından destek görmesi ve kanıksanması uzun vadede yerelde demokrasi kültürünün oluşmasına da önemli bir katkı sağlayacaktır. Son olarak kent konseylerinin bütçesinin bulunmaması faaliyetlerini nispeten kısıtlıyor. Fakat bu durum aslında konseylerde gönüllülüğün ön plana çıkmasına ve kişisel çıkarların azalmasına vesile oluyor.
Sonuç Olarak
Kent konseylerinin amaçlarından biri yerel düzeydeki problemlere çözüm aramak ise bunun yapılış biçiminin çok paydaşlı, yani katılımcı demokrasi yöntemiyle yapıldığını söyleyebiliriz. Özellikle gerçek anlamda işleyen kent konseylerinin üye yapılarına bakıldığında çeşitlilik ön plana çıkmaktadır. Katılımcılığın yüksek olması çalışma gruplarında çeşitliliği arttırırken paydaşlar arası iletişim demokratik işleyişi bir bakıma temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye taşımaktadır. Bu geçiş yerel düzeyde yaşansa da demokratikleşme adına önemli bir gelişmedir. Çünkü işin vatandaşlık boyutu göz önünde bulundurulduğunda vatandaşların sadece seçim zamanında aktif olan seçmenlerden oluşmadığı, aksine sivil toplum örgütleri aracılığıyla aktif rol üstlendikleri görülüyor. Vatandaşların konseylere katılımı ise yerelde demokrasinin işlemesini sağlarken vatandaşların da yönetimde söz hakkının bulunmasını sağlıyor. Özellikle toplumsal kutuplaşmanın yüksek olduğu düşünülürse kent konseyleri – Ankara örneğinde olduğu gibi – katılımcılık, tartışma ve danışma kültürünün oluştuğu ve ortak akılla kutuplaşmanın önüne geçilen yerler oluyor.