Kırsal Kalkınma Neden Önemli?

Kırsal kalkınmada yerel öncelikli anlayışa doğru bir geçiş yaşanıyor. Burada bahsedilen ‘yerel’ kavramı önceki dönemlerdeki durağan, geri kalmışlığı yansıtan yerelden çok farklı. Günümüzde yerel bulunduğu coğrafyanın bilgisine sahip örtük bilginin taşıyıcısı konumunda değerlendiriliyor ve bu kişiye ve yerele gömülü bilgi artık rekabetçiliğin ana unsurlarından biri olarak görülüyor. Bu yeni yerelin gelişebilmesi, öğrenen bir yerel haline gelmesine ve üretimde yüksek dışsallıklar oluşturabilmesine bağlı.
Kırsal kalkınmanın yerellik boyutunun dikkate alınması aynı zamanda daha adil ve sürdürülebilir bir kalkınmayı gerçekleştirmek için de kritik önemde. Gezegen ölçeğinde kentleşmenin getirdiği yeni zorluklar, iklim, göçler, pandemi ve ekonomik krizlerle baş etme yereli ve yeri anlamakta yeni açılımları zorunlu kılıyor. Dolayısıyla, yerelin farklılığını korumak ve aynı zamanda yerin yaşam bütünlüğünü kurmaya dayalı bir model oluşturmak anahtar konumda.
Kırsal alanlardaki yerel kalkınma yaklaşımlarındaki değişim sadece tarım üzerinde odaklanan önceki nesil yaklaşım biçimlerinden çok farklı bir bütünselliği gerektiriyor. Kırsal kalkınmanın tarım dışı alanları da kapsayan tabandan yukarı bir katılımcı yaklaşım içeren ve yerel kapasitenin geliştirilmesini hedef alan bir yöne gittiğini söylemek mümkün. Aynı zamanda, Dünyadaki hızlı değişim ve krizlere yanıt verme kapasitesini geliştirmesi gereken yeni bir kırsal algısı var. Kırsal kalkınmanın bu anlamda yaşam destek sistemleri olarak algılanan ‘havza esaslılık’ gibi bir sosyo-ekolojik bütünlüğe doğru da geçiş yapabilmesi gerekiyor.
Yerel yönetimlerin atacağı adımların ve performasının ülkenin topyekün kalkınmasına etkisini nasıl değerlendirmek gerekir?
Yeni nesil kırsal kalkınma yaklaşımlarında, yerel ekonomik değer (kaynak) odaklı kalkınma ve yerel varlıkların korunarak geliştirilmesi temel hedef olarak beliriyor. Dolayısıyla yerelden başlayan bu kırsal kalkınma yaklaşımının ülkesel ve gezegensel sonuçları üzerinde de düşünmek bir gereklilik haline geldi. Üretim, üreten kentler bu anlamda öne çıkmakla birlikte artan gıda krizine rağmen kırsalın üretimden çekilmesini ‘açlığa son’ hedefi açısından acilen sorgulamamız gerekiyor. Yerel yönetimlerin kooperatifler ve üreticilerle yaptığı doğrudan alım sözleşmeleri ile dayanışmacı bir rol üstlenerek bu durumu yavaşlatması önemli ancak geçici bir çözüm olarak duruyor.
Yerel yönetimlerin kent merkezli hizmet sağlayıcı konumdan bulundukları bölgenin yerel kalkınmasında ana aktör haline dönüşmesi yaşam-kalkınma dengesinin kurulmasında anahtar konumdadır. Bu durum, yönetimler eliyle kalkınma tercihlerinin aşağıdan-yukarıya katılımcı bir yöntemle örgütlenmesi ile sağlanabilir. Kırsalda başat sektör olan tarımı yapmanın yenilikçi, doğa ve iklim dostu yönlerini keşfetmek, tarımı çok işlevli, tarım dışı sektörler ile de entegre edebilmek yerin ve yerelin hassasiyet ve kapasitelerini bilen yerel yönetimler aracılığı ile gerçekleşebilir.
Bu yönde, yerel yönetimlerin atabileceği temel adımların başında kır-kent geçişi ve kırsalın bütünlüğünü kurmada yapacağı tematik/fiziki planların entegrasyonunu kurabilmek geçiyor. Diğer bir adım ise ulusal regülasyon ve planlamalarla uyumu yakalayabilmek. Örneğin, tarım alanlarının bütünlüğünü korumak için ilan edilen ‘Büyük Ova’ yönetmeliğinin yerelde nasıl hayata geçirilebileceği, aynı şekilde ilgili ulusal stratejilerle uyumunu gözetmek önemli ama yeterli değil. Bu konuda iki yönlü bir kavrayış gerekiyor. Örneğin, Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi’nde (2014-2020) belediyeler tali uygulayıcılar olarak tarif edilmiştir. Dolayısıyla bakış açılarının uyumlanması ve “kooperatifçilik” gibi arayüz mekanizmaların ve biyoekonomi, döngüsel ekonomi gibi geleceğin alanlarında kurulan yeni nesil kooperatiflerin de ön plana gelmesi gerekiyor. İstanbul gibi kentlerimizin hazırladığı ‘Kentsel Gıda Planları’ gibi tematik yol haritalarını kapsayıcı üretim-tüketim zincirini kurabilmek adına önemsemek ve tüm yerel yönetimlere yaygınlaştırmak gerekiyor. Bunun yanısıra, İzmir örneğindeki ‘Adil Ticaret Şehirleri Ağı’ gibi uluslararası organizasyonlara katılmak uluslararası kalitede bir kategoriye taşımak önemli görünüyor.
Bütünşehir uygulamasına geçildikten sonra belediyecilik kırsal alan bakımından nasıl bir değişime uğradı? Yerel yönetimler kırsal alanları desteklemek için neler yapmalı?
Büyükşehir belediyelerinde 2014’te yürürlüğe giren Bütünşehir uygulaması öncesi kentsel belediye hizmetlerinin yetki sınırlarını tarif etme gibi bir anlayış vardı ve kenti kırsal alanıyla bir bütün olarak gören bir anlayış gelişmemişti, yetki alanları bakımından da parçalıydı. ‘Pergel yasası’ olarak da bilinen 5216 sayılı Büyükşehir yasasına göre kentin nüfusa göre hükümet konağından 30 veya 50 km çapta bir alanın içine düşen ne varsa, orası büyükşehir yetki alanı olarak belirlenmişti. 6360 sayılı Bütünşehir uygulaması il genelini gündeme getirince yoğun yapılaşmış kentsel alanları çeperi ve havzaları ile görebilmek hizmet bütünlüğünü sağlamak açısından önem kazandı. Bu konuya erken yanıtlardan biri İzmir’den gelmiştir. Hizmetlerin nitelikli götürülebilmesi ve iletişimin güçlendirilmesi amacıyla Yarımada, Gediz, Bakırçay ve Küçük Menderes Havzalarını içeren kırsal bölgede yerel yönetimin iç organizasyonunda senkronizasyon ihtiyacı hissedilmiştir. Bu yönde atılan ilk adım 5216 sonrası 2007 yılında 21 ilçe ve 166 köye yönelik Tarım Hizmetleri Dairesi Başkanlığı’nın kurulması olmuştur. Önce Park ve Bahçeler Dairesi ile birlikte daha sonra bağımsız daire başkanlığına dönüşerek bu konuda öncü olmuştur. İkinci adım ise Bütünşehir uygulaması ile 30 ilçe ve 597 köye genişleyen sınırlarda yeni katılan ve önemli havzalarda bulunan 19 ilçe yerleşimine yönelik Yerel Hizmet Müdürlüklerinin kurulmasıdır. Bu birimlerin yerelde hizmet noktaları (ör: HİM, İZSU Vezne) oluşturarak Yerel Hizmet Sorumlusu ile Büyükşehir hizmetlerinin yerine ulaştırılmasını sağlama hedefi olmuştur. Ayrıca, hizmet niteliğini geliştirmek üzere kentin 3 ayrı havzasını içerecek şeklide merkez şantiyeler tasarlanarak faaliyete geçirilmiştir. Böylelikle, sınır genişlemesinden kaynaklanabilecek hizmet alma kopukluklarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Şüphesiz 5216 ve 6360 sayılı yasalarla neredeyse her 10 yılda hizmet sınırları en az ikiye katlanan büyükşehirlerin bu duruma hızlı reaksiyon vermesi ve bunu kent merkezli şemalarla sürdürebilmesi zordur. Kırsalın bütünlüğünü kurabilmek için yoğun metropol merkezden ve yapılaşmış bölgeden arta kalan olarak nitelemek çözümü daha da güçleştirecektir. Bu nedenle, İzmir’de 2013-2016 yılları arasında yürütülen havza-esaslı çalışmalar bu farkındalığın bir ürünüdür. Havzanın kentin çeperi ve kırsalını barındıran ve diğer kentlerle olan bağını geliştiren bir yaşam destek birimi olarak algılandığı bu çalışmaların sonucunda 6360 Sayılı Yasa ile Türkiye’deki 33 büyükşehir belediyesi için genişleyen sınırlarda bütüncül ve sürdürülebilir bir yönetim anlayışı oluşturabilmek için bir örnek ortaya konulmuştur. Yeni ve değişken koşullara uyumu sağlarken, dirençlilik koşullarının örgütlenmesi, mevcut değerleri koruyarak ekonomik gelişme, toplumsal bütünleşme ve ekolojik yapıyı sürdürebilmek temel hedef olmuştur. Bu çalışmalarda, varlık-odaklı yaklaşım, yerelin bilgisiyle hareket etme (öznellerarasılık /intersubjektivite), çok disiplinli çalışma, çok düzeyli perspektif, çok katmanlı ve bütünleştirilmiş uygulamalar, sinerji ve senkronizasyon ortak nitelikler olarak öne çıkmıştır.
Büyükşehirlerin genişleyen hizmet alanlarını organize etmekten daha önem vermeleri gereken ve oldukça kırılgan olan kent çeperi ve kırsal alanlara havza-esaslı yaklaşmaları bütünlüğü kurabilmekte önemli bir adım olacaktır. Bunun dışında, yalnızca tarımı hedef sektör olarak gören, sübvansiyonlarla regüle etmeye çalışan, temel aktörleri hükümet ve çiftçiler olarak belirleyen ve tarım gelirlerini tek kaynak olarak gören eski nesil yaklaşımlardan uzaklaşmak gerekiyor. Bunun yerine, kırsal alanların rekabet gücünü yerel varlıklarını harekete geçirebilen, tarım dışı sektörleri de geliştirerek istihdamı geliştiren, kırsal kalkınma program ve proje faaliyetlerinde katılımcılık, yerel kapasitenin geliştirilmesi ve kurumsallaştırmayı esas alan bir yapıya geçiş esas alınmalı. İzmir’de havza esaslı ve doğa ve iklimle uyumlu bir üretim biçimini benimseyen ve bunu bir tedarik zinciri içinde kooperatif esaslı, Dünya ile entegre olarak gerçekleştirmeye çalışan ‘başka bir tarım mümkün’ uygulamaları ilham verebilir.
Türkiye’nin daha dengeli kentsel mekanlara sahip olmasında kırsal mekanlara yönelik planlama çalışmalarının önemini nasıl değerlendirirsiniz?
Kentleşmenin gezegensel seviyelere geldiği bir dönemde eski kavramsallaştırmalarda ikiliklere dayalı kır-kent ayrımı daha az belirgin hale geliyor. Kırsalın geri kalmışlık ve durağanlık ile anlaşıldığı kent merkezli ve büyüme odaklı paradigmaların artık sonuna gelindi. Yerleşim sistemlerindeki bu değişimlerin içinde yaşadığımız krizler çağıyla ilintisi çoktur. Güncel olarak yaşadığımız Covid19 Pandemisinde gıda insanlar için öncelikli bir ihtiyaç olduğu için gıda altyapısı sokağa çıkma kısıtlamalarında şehirlerde yaşamsal derecede önemli hale gelmiştir ve gıda temini kırsal sistemlere bağımlıdır.
Kırsal sistemler ise hayatiyetini devam ettirebilmek ve giderek artan krizlere dayanıklı hale gelebilmek için “su-gıda-enerji bağı”nı kurabilmeli ve bunu havza-esaslı bir yaklaşımla sürdürülebilir hale getirebilmelidir. Kırsal alanları havzalar bütününde bir ekolojik ama bunun yanında sağladığı toplumsal etki alanı, ekonomik ilişkiler ve oluşturduğu doğal eşikler ile bir ekosistem olarak kavrayabilmek ülkemizin kırsal alanlara yönelik planlama çalışmaları için idari sınır ve hiyerarşilere dayalı yaklaşımlardan daha fazla katkı sağlayacaktır. Nitekim, 2017 yılında düzenlenen Şehircilik Şurası ‘Planlama, tasarım ve Kimlik’ Komisyonu Raporu’nda fiziksel planlama ölçeği ile entegre olabilecek bio bölge, peyzaj atlası, havza ve ekolojik alt bölge planlamada bir çözüm yaklaşımı olarak sunulmuştur. Raporda, fiziki planlamayı kentsel yerleşimler açısından imar planı, nazım imar planı, çevre düzeni planı gibi plan hiyerarşisi içinde ele alan mevcut sistemin ekolojik ölçek ve kavrayışları dahil etmekte yaşadığı sıkıntıları işaret etmekte ve mevcut sistemde eksikliği hissedilen havza gibi ekolojik, ekonomik ve sosyo-kültürel temelde bütünlük sunan ve kimlik üretiminde de dikkate alınabilecek kavrayışlara yer verilmesini teşvik etmektedir. Bu yönde, planlamada havza sınırlarının dikkate alan bir analiz aracı olarak 2016’da tamamlanan Yeşilırmak Havzası (Amasya, Samsun, Tokat ve Çorum illerini kapsayan) Peyzaj Atlası önemli bir örnektir.
Kent-kır entegrasyonu açısından ölçekler arası bir yaklaşım izlenmelidir. Su-gıda-enerji bağını önceleyen havza yaklaşımı ile yeşil altyapıyı bir kritik altyapı olarak benimseyen kentsel sistemler arasında havza-esaslı bio-bölgeden, yeşil kuşak, yeşil kent-içi/dışı koridorlarla birleşen kent içi makro sistemlerden, yeşil altyapı bileşenlerini kullanan planlama ve kentsel tasarım projelerine ve doğa-esaslı çözümleri merkeze alan kentsel tasarım ve mimari projelere (ör: yeşil çatılar, su hendekleri) kadar giden bir mekânsal bir bütünlük sergilenmelidir.
Diğer bir önemli sorun kırsala yönelik tematik stratejiler, koruma alanları ve fiziki planların eşgüdüm içinde tasarlanması ve yürütülmesidir. Bu anlamda, yerel bağlama duyarlı kırsal kalkınma stratejileri, fiziki plan entegrasyonu ve en nihayetinde bir tematik bütünlük ve bir yenilik olarak ‘tarım havzası’nın nasıl hayata geçirilebileceği üzerinde yapılacak çalışmalar ileriye ışık tutacaktır.
Son olarak, kırsal alanların sağlığının korunmasında havza-esaslı ölçüm ve izleme sistemlerinin geliştirilmesi sosyal, ekonomik ve ekolojik dirençliliği geliştirme açısından dikkatle ele alınmalıdır. Bu bağlamda, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını (SKA) yerelleştirme yönünde Türkiye’de bir ilk olan ‘İzmir Gönüllü Yerel Değerlendirme Raporu’ SKA’ların havza-temelinde yerelleşmiş indikatörler ile temsiliyeti ve yaşam bütünlüğünü yeniden kurmada özgün ve yerelleştirilmiş biri öneri geliştirmiştir.