CHP Sözcüsü Faik Öztrak sorularımızı yanıtladı: Ekonomik Buhranın Sebebi Ne?

Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ekonomik krizi ile karşı karşıyayız. Ne oldu da bu noktaya geldik? Bu ağır buhranın sebeplerini nasıl tahlil etmeliyiz?
Bu noktaya elbette bir günde gelmedik. Bu günlere gelişimizde önemli milatlar var. Bunlardan ilki 6 Aralık 2014’tür. Erdoğan’ın, o gün söylediği “Ben alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağım” sözü, bugün yaşadıklarımızın habercisidir. Erdoğan, o günden sonra, tüm gücünü, enerjisini, milletimizin meselelerini çözmeye değil; üzerine uyacak bir rejim elbisesi dikmeye harcamıştır.
7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde, ise millete “Verin 400 milletvekilini, bu iş huzur içinde çözülsün” tehdidi bu yolda bir diğer kilometre taşıdır. Milletimiz 7 Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan’ın bu tehdidine pabuç bırakmamıştır. AKP’yi iktidardan düşürmüş, yeni bir hükümet kurulmasını istemiştir. Ancak Erdoğan yeni hükümetin kurulmasını engellemek için elinden geleni ardına koymamıştır.
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra, ülkemizin dört bir yanında bombaların patlaması seçmende güvenlik endişesinin diğer tüm sıkıntıların önüne geçmesine yol açmıştır.
Suruç katliamı, Ankara Gar katliamıyla yüzlerce yurttaşımız teröre kurban gitmiştir. Erdoğan, bu korku ikliminde milli iradenin işaret ettiği koalisyon hükümetinin kurulmasını engellemiştir. Çok istisnai olarak kullanılması gereken tekrar seçim alternatifini, çözümsüzlüğü körükleyerek hayata geçirmiştir. Milleti cüzdanıyla yaşam korkusu arasında sıkıştırarak ülkeyi yeniden seçimlere götürmüştür.
1 Kasım 2015 seçimlerinin hemen ardından ise milletin seçtiği kendi partisinin Başbakanını, parti içi darbeyle indirmiştir. Anayasaya göre tarafsız olan Cumhurbaşkanı, partisinin yönetimine fiilen el koymuştur.
15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminin hemen ardından gerçekleştirdiği 20 Temmuz OHAL darbesiyle, Erdoğan bu fiili durumu, görünürde hukuki hale getirecek düğmeye bastı. O çok arzuladığı Başkanlık sistemine geçişin yolunu, önce OHAL şartlarında yaptığı şaibeli referandum ve ardından da 2018 Haziran seçimleriyle, açtı.
Bu süreçte ülkemizde güven ve huzur iklimi yok oldu, demokrasi ve hukuk devleti hızla yıprandı. Ülkenin tüm kaynak ve enerjisi bu ucube rejimin inşası ve tahkimi amacıyla kullanıldı. Devlette ciddi bir yönetim krizi yaşanmaya başlandı.
Diğer taraftan Türkiye’de izlenen sıcak parayla büyüme modeli, 2007’den itibaren tıkanmaya başladı. 2013’te Amerikan Merkez Bankası’nın “artık ucuz para dönemini bitiriyorum” mesajıyla, Türkiye en kırılgan ekonomiler arasında anılır oldu.
Ama Erdoğan, ülkemizin rekabet gücünü artıracak, sanayi alt yapısını güçlendirecek, cari açığı azaltacak kapsamlı bir kalkınma ve reform programını uygulamadı.
Onun tek önceliği siyasal rejimi kendi bedenine uydurmaktı. Bu hedefi gerçekleştirmek için ekonomide popülist, günübirlik kararlara başvurdu.
2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2019’da da Mart Mahalli idare seçimleri öncesinde Ekonomide sahte bir istikrar algısı yaratmak için, millete ait 128 milyar doların, TCMB’nin arka kapısından kuralsız bir şekilde satılması buna en iyi örnektir.
Devlet yönetimindeki kriz ve kalkınma stratejisinin iflası milletin cebini hızla boşaltmıştır.
2013’te 958 milyar dolar olan milli gelir, 2021’de 800 milyar dolara kadar düşmüştür. 2013’te yüzde 7,4 olan enflasyon 2021’de yüzde 36’ya sıçramıştır. 2013’te yüzde 9 olan işsizlik, 2021’de yüzde 11’leri geçmiştir. Gerçek işsizlik oranımız ise yüzde 22,8’i görmüştür.
Ucube tek adam rejiminin inşa ve tahkim süreciyle başlayan “devlette yönetim krizi” ve büyüme modelinin tıkanmasıyla etkisini gösteren “ekonomik kriz”, 2020’de başlayan Covid-19 salgınıyla birleşerek ağır bir buhrana dönüşmüştür.
İktidar sözcüleri kendi sorumluluklarını örtmek maksadıyla ekonomik krizi dış güçlerin komplosu olarak sunmaya çalışıyor. Türkiye’nin yaşadığı buhranın arka planında bir uluslararası komplo söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Kriz ne derece yanlış politikalardan ne derece dış güçlerin komplolarından kaynaklı olarak ortaya çıktı?
Atalarımızın güzel bir sözü var: “Sermayen bir yumurta ise taşa çal!” Erdoğan’da her müflis siyasetçi gibi, boş sözlerle, türlü bahanelerle, kendisinin yapımı olan yıkıma sorumlu bulmaya çalışıyor. Ama artık o da biliyor ki “siyasi sermayesi” tükendi. Elindeki son yumurtayı da artık taşa çaldı.Son üç yılda merkez bankasının kasasını dış güçler mi boşalttı? Hayır! Emri Erdoğan verdi. Damadı da 128 milyar doları sattı. Sonra da çıktı “ben o dönemde Cumhurbaşkanıydım. Haberim yoktu” dedi. Bu defa da suçu damadına yıktı.
Sonuçta Merkez Bankasının rezerv silahını elinden aldı. Erdoğan’a faiz sebep enflasyon dedirten hangi dış güç? 3yılda üç merkez bankası başkanını kovduran hangi dış güç? Bunun sonucunda Merkez Bankasının faiz silahını elinden alan dış güç mü? Hayır bunları yapan ekonominin kitabını yazdım diyen Erdoğan.
En son 20 Aralık finansal kumpasıyla bu millete tuzak kurup çarpan kim? Dış güçler mi? Hayır! Erdoğan. Doları köpürten Erdoğan milletin alın terini, emeğini, yılların birikimini köpük deyip bir gecede höpürdetti. Ortada bir komplo, kumpas, tuzak varsa hepsinin ardında Erdoğan var. Çünkü ülkemizde kural diye bir şey bırakmadı. Erdoğan keyfine göre ülkeyi yönetirim sanıyor. Ama böyle ülke yönetilemiyor, oradan oraya savruluyor.
Polatlı’da bir soğan üreticisinin söylediklerini hiç unutmuyorum. “Ben kral değil, kural istiyorum” demişti. Ne kadar doğru. Çünkü kuralın olmadığı yerde, adaletin olmadığı yerde güven de olmuyor, yatırım da olmuyor, üretim de olmuyor, bereket de olmuyor, huzur da olmuyor.
Bunların hepsini 2014’ten bu yana yaşıyoruz. Milletimiz artık “Erdoğan’ın sebep, yaşadığımız buhranın sonuç” olduğunu gördü.
Türkiye’nin bu buhranı aşmak için nasıl bir ekonomi yönetimine ihtiyacı var? Yeni dönemin ekonomi yönetiminin temel özellikleri neler olmalıdır? Yeni ekonomi yönetimi hangi politika konularında farklı adımlar atmalı? Krizden çıkış için nasıl bir yol haritası izlenmeli?
Türkiye yaşadığı bu buhranı hızla aşar. Türkiye’nin bunu yapacak imkânı, gücü ve kabiliyeti var.
2001 krizinden sonra ekonomiyi krizden çekip, çıkaran ekipte, Hazine Müsteşarlığı yaptım. “Doğru teşhis ve doğru tedaviyle” Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıları hızla atlatabildiğini biliyorum.
Ülkemiz başka ülkelerde olmayan, önemli mukayeseli üstünlüklere sahip. Hala demografik fırsat penceremiz açık. Genç ve dinamik bir nüfusa, tuttuğunu koparan bir müteşebbis gücüne sahibiz. Ayrıca olağanüstü bir coğrafi avantajımız var. 4,5 saat uçuş mesafesinde 58 ülkeye, 1,5 milyar nüfusa, 22 trilyon dolarlık bir pazara erişim imkânımız var. Covid-19 krizinden sonra küresel tedarik zincirlerinin kısalması, yeni üretim merkezlerinin oluşturulması gündemde. Sahip olduğumuz coğrafi avantajla bu bizim için yeni ve önemli bir fırsat penceresi. Biz ekonomiyi içine düştüğü sıkıntılardan “Üç Yeni K” ve “Dört Ayaklı bir Strateji” ile çıkaracağız.
“Üç Yeni K” ile formüle ettiğimiz Yeni Kadrolar, Yeni Kurallar, Yeni Kurumlar. CHP kadroları zaten işinin ehli. Özellikle ekonomi yönetiminde “ehliyet” tek ölçüt olacak. Bu ülkenin insan kaynaklarını liyakat düsturuyla seferber edeceğiz. Kimse ötekileştirilmeyecek. Senden, benden diye ayrım artık bitecek. Namuslu, dürüst, liyakatli her bürokrat baş tacımız olacak. Yine bugün ülkemizin en parlak beyinleri yurtdışına kaçıyor. Buna daha fazla izin veremeyiz.
Gelelim dört ayaklı stratejimize. Gömleğin iliklenecek ilk düğmesi, “ülkemizde can ve mal güvenliğini sağlamak” olacak. Yani devletin ve ülkenin “hukuk ve demokrasi sütunu” güçlendirilecek. “Güçlendirilmiş demokratik parlamenter sistem” bu çerçevede en kuvvetli yeni kurallarımızdan biri olacak. Tarafsız Cumhurbaşkanı, Milletin vekilini yine milletin seçmesi, siyasi ahlak yasası kısa sürede atılacak diğer adımlar olacak.
Stratejimizin ikinci sütununda ise, “Borçla şişirilen değil, üreterek zenginleşen Türkiye” olacak. İç ve dış tasarrufları, üretime ve döviz kazandırıcı faaliyetlere yapılacak yatırımlara yönlenmesini teşvik edeceğiz. Dijital ve yeşil ekonominin sunduğu yeni fırsat ve imkânları etkin bir biçimde kullanacağız. Eğitim ve işgücü planlamasını birlikte ele alacağız. İşgücümüzün verimliliğini ve yarışma gücünü artıracak adımları atacağız. Sağlık ve Gıda gibi temel alanlarda kamucu yaklaşımlarla, ülkenin kendi kendine yeterliliğini sağlayacağız.
Devletin düzenleyici ve denetleyici fonksiyonlarından yararlanacağız. Kamu ve özel kesim arasında yeni bir diyalog ve kurumsal ilişki biçimini geliştirerek ekonomide etkinliği artıracağız. Yatırım iklimini kalıcı bir biçimde düzelteceğiz. Teknoloji kullanımı ile istihdam arasındaki dengeyi sağlayacağız. Yeni ve güçlü bir Refah Devleti 3.0’ı gerçekleştireceğiz. Yine stratejimizin üçüncü sütununda, “Zenginliğini Hakça Paylaşan Türkiye” olacak. Örgütlü toplum, adil bölüşüm için vazgeçilmezdir. Çalışma hayatına ilişkin normları, uluslararası standartlara getireceğiz. Emeklilerimizin büyümeden pay almasını sağlayacağız. Aile Destekleri Sigortasıyla kimseyi arkada, geride bırakmayacağız. Bu ülkede hiçbir çocuk bizim yönetimimizde yatağa aç girmeyecek. Stratejimizin dördüncü ve son ayağında ise “Bozmadan, Yok etmeden, Kesintisiz Kalkınma” yani “sürdürülebilirlik” var. Ekosistem hakkı bizim yönetimimizde anayasal bir hak olacak. AB’nin Yeşil Mutabakatına uyum öncelikli işlerimizden biri olacak.
Kurumsal sürdürülebilirliğe dikkat edeceğiz. Düzenleyici ve denetleyici kurumlar üzerinde siyaset gölgesini kaldıracağız. Polatlı’da bir üreticimizin dediği gibi “kral değil, kural olacak.” Ekonominin günlük işleyişine hükümet keyfi müdahalelerde bulunmayacak. Maliye ve Para politikalarımız sürdürülebilir olacak. Bütçe açıklarının ve kamu borcunun kontrolden çıkmasına, ülkenin borca batmasına izin vermeyeceğiz.
Para politikamız enflasyonu düşürmeye odaklanacak. Merkez Bankasıyla birlikte belirleyeceğimiz enflasyon hedefine ulaşmakta, bankanın yasasındaki araç bağımsızlığına müdahale etmeyeceğiz.
Biz bu ilke ve politikalarla hızlı ve sürekli kalkınma sürecine gireceğiz ve orta gelir tuzağından çıkacağız. Bu suretle küresel ekonominin ülkemize sunduğu yeni fırsatlardan yararlanacağız. Ülkemiz küresel arenada hakkettiği yeri alacak. Bu sütunlara yaslanan yeni büyüme modelimizi hızla hayata geçireceğiz. Ancak 20 yıllık AK Parti yönetimi bir yandan demokrasi ve ekonomiyi tahrip ederken ülkede hesap vermeyi saydamlığı bitirdiğinin de farkındayız. TÜİK tarafından üretilen başta işsizlik, enflasyon. Gelir olmak üzere verilere güven kalmadı. Merkez Bankasının bilançosuyla bile oynandı. Paralel bütçelerle hangi taahhütler altına girildi, KÖİ sözleşmeleriyle ne kadar gizli yükümlülük altına girildi?
Bu nedenle iş başına gelir gelmez ilk 15 gün içinde, yıkımın gerçekçi bir fotoğrafını çekmek istiyoruz. Bunun için çok hızlı bir şekilde Stratejik Planlama Kurumunu kuracağız. Yukarıda belirttiğimiz ilkelere uygun olarak elbiseyi dikebilmek için elimizdeki kumaşı göreceğiz. Hızla 4 ayaklı stratejimize de uygun, tutarlı bir eylem planını hazırlayacağız. Ardından Ekonomik Sosyal Konseyi toplayacağız. Plan ve programımızı ekonominin tüm oyuncularıyla istişare edeceğiz. Yeni büyüme stratejimizi ve eylem planımızı hızla uygulayacağız. İktidara gelir gelmez açıklayıp, bir zaman planına bağlı kalarak yürüteceğimiz bu süreç, çapamız okacak. Tavizsiz uyguladıkça ekonomide güveni ve istikrarı sağlayacağız.
İstişareyle tüm sorunları çözeceğiz. Biz Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında ülkemizi yönetmeye hazırız. İlk yüzyılda devlet kurduk, ülkemize çok partili hayatı ve demokrasiyi getirdik, sosyal devleti kurduk. İkinci yüzyılda da devletimizi gerçek demokrasiyle taçlandıracağız. Küresel yarışta ekonomimizi hak ettiği yere mutlaka taşıyacağız. Biz geleceğiz, ülkede hayat bayram olacak.