İkinci Yüzyıl Yayın Kurulu Sordu, DPT Eski Müsteşarı, İstanbul Milletvekili İlhan Kesici Cevapladı: Devlet ve Planlama

İLHAN KESİCİ

Türkiye’nin iktisat tarihi içinde planlamanın yeri nedir?

İlhan Kesici: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomi politikası başlangıç yıllarında, İzmir Türkiye İktisat Kongresi’nde de tartışıldığı gibi, özel sektöre dayalı karma ekonomi modeli diyebileceğimiz bir modeldir. Serbest ekonomi ve özel sektörden yanadır. Sadece özel sektörün sermaye birikimi, müteşebbislik yatırımcılık kabiliyeti ve kapasitesi, dünya bilgisi ve görgüsü başlangıç yıllarında zayıftır. Bu bakımdan özel sektörün gücünün yetmeyeceği alanlarda devlet devreye girecektir. Elbette devlet sektörü de çok kuvvetli bir sektör değildir. Kamu ve özel sektör birbirinin rakibi değildir, aksine birbirini tamamlayan iki aktör olarak ekonomik sistemde yer alacaklardır. Bu durum 1923 yılından 1930 yılına kadar başarıyla böyle devam etmiştir.

Amerika’da 1929-1932 yıllarında yaşanan Büyük Ekonomik Buhran, Great Depression, sadece Amerika’yı değil tüm dünyayı çok derinden etkilemiştir. Amerika’da borsa, hisse senetleri piyasası çökmüş, bankalar batmış, gayrimenkul fiyatları yere çakılmıştı. Dünya ticareti yüzde 65 daralmıştı. Haliyle Amerika dahil tüm dünya ülkelerinde yeni ekonomik model arayışları ortaya çıkmıştı.

Bu kriz bir anlamda o zamana kadar başarıyla da uygulanmış olsa bile biraz da serbest piyasa ekonomisi uygulamasının bir sonucu olarak meydana gelen bir ekonomik kriz idi. Böyle olunca da hem dünyada hem de bizde yeni ekonomik model arayışları başlamıştı.

Büyük Buhran Amerika’da Cumhuriyetçi Parti’nin iktidar döneminde yaşanmıştı. 1932 seçimlerine Demokrat Parti’nin Başkan adayı Franklin Roosevelt New Deal, Yeni Düzen, yeni ekonomi programı ile seçimi kazandı ve tüm dünyada devletin ekonomide yeni rolü ortaya çıkmaya başladı.

Bankacılık sektörünün bütünüyle yeni baştan ele alınması, işçi işveren ilişkilerinin yeni bir düzene geçmesi, kamu altyapı yatırımlarının hemen tümünün devlet eliyle yapılması gibi Amerika’nın geleneksel ekonomik modeline göre çok büyük değişiklikler yapılan yeni bir yapıya geçilmiş oldu.

1935-1941 yılları arasında Amerika’da kamu altyapı yatırımlarına o zamanın parasıyla 13 milyar dolarlık muazzam bir kaynak tahsisi yapılmıştı. Bu kapsamda 600 bin km yeni karayolu, 80 bin köprü, 300 yeni havaalanı yapılmıştı. O kadardır ki Amerika’nın hala bugün bile kullandığı özellikle ulaştırma alt yapısı taa o zamandan kalan altyapıdır. Yani Amerika’da bile devlet ekonomik sistemin tam göbeğine oturmuş oluyordu. Alt yapı yatırımlarının yanında özel sektöre dayalı ama devletin de öncülüğü, düzenleyiciliği, yol göstericiliğinde yeni bir kalkınma modeli başlıyordu.

Aynı dönemlerde kıta Avrupası’nda da özellikle büyük İngiliz iktisatçısı John Maynard Keynes’in de benzer istikametteki iktisat teorileriyle dünyanın yeni iktisat politikaları belirlenmeye başlamıştı.

Hangi ihtiyaçların sonucu olarak kalkınma planlaması Türkiye’de doğmuştur? Tarihsel evrim içinde nasıl bir işlev yüklenmiştir?

İlhan Kesici: Bizde de benzer istikamette bir yenilenme gecikmeden yapılmaya başlanıldı. Biz zaten 1800’lerin ortalarından itibaren ana hatları itibariyle hep Batı dünyasıyla beraber hareket etmeyi kendimize düstur edinmiştik. Zannedilenin aksine hemen her devirde bizim dünyadaki gelişim ve değişimleri süratle kendimize adapte etmeye ve geri kalmamaya çalışan bir devlet anlayışına sahip bir yapımız vardır.

Cumhuriyet’in birinci ekonomik model dönemi 1923-1930 dönemidir. Başbakanımız İsmet İnönü idi ama ekonominin direksiyonunda Celal Bayar vardı. Celal Bayar tam anlamıyla özel sektörcü iktisat politikalarından yana bir devlet adamıydı. Ama dünyadaki hakim rüzgar artık devletçi bir ekonomik modele evrilmeye başlamıştı. 1923-1938 dönemi de Cumhuriyet’in ikinci ekonomik model dönemi olarak kabul edilebilir. Devletin müdahaleciliği, düzenleyiciliği, hatta doğrudan yatırımlar yapacağı bir ekonomik model. Ekonomide devletin gerekli ve yeterli bir kuvvete sahip olacağı bir model, “etatizm”.

Böyle olunca da Celal Bayar’ın ekonomi direksiyonundan kalkması, yerine İsmet İnönü’nün Başbakanlıkla birlikte ekonomi direksiyonunun da başına geçmesi gerekiyordu ve nitekim öyle de oldu.

Biz kendimizi politik anlayış, kurumlar, kuruluşlar itibariyle hep Batı dünyası içinde görürüz ama doğumuzda Sovyetler Birliği ile de hep iyi ilişkiler içinde olmaya ayrıca özen göstermişizdir. Dünyada ve bizde de bu büyük ekonomik kriz dolayısıyla katı bir devletçi ekonomik kalkınma modeli uygulanmakta olan Sovyetler Birliği’nde uygulanmakta olan devletçi ekonomik model uygulamasına daha yakından bakmak ihtiyacı ortaya çıkmıştı.

İsmet İnönü ekonominin de direksiyonuna geçer geçmez Rusya’da uygulanmakta olan ekonomik faaliyetleri bizzat görmek, bizzat incelemek amacıyla 1932 yılında Rusya’yı iki kere ziyaret etti. Planlama fikri, planlama nosyonu, anlayışı daha çok Başbakan İsmet İnönü’nün bu 1932 Rusya seyahatinden itibaren bizim siyasi ve ekonomik literatürümüze girmiş olan bir kavramdır. Bu Rusya seyahatinden İsmet Paşa şu tür bilgilerle dönmüştür.

Bir, ekonomik planlama modelinde mali kaynaklar nasıl bulunacaktır? Bulunacak mali kaynakların nerelere ve nasıl tahsis edileceği ve benzeri hususlar bu planlama yaklaşımının içerisinde nasıl ele alınacaktır. İki, Sovyetler Birliği’ndeki tam devletçi planlama modeli uygulamasının sonuçları nasıl olmuştur? Neler, hangi sonuçlar elde edilmiştir ve biz Sovyetler Birliği’nde uygulanmış olan modelin Türkiye şartlarına ne kadarını ve nasıl adapte edebiliriz? Bütün bu bilgilerle İsmet İnönü döndü. Yapılan görüşmelere uygun olarak İnönü’nün ziyaretinin hemen ertesinde İktisat Profesörü Orloff başkanlığında bir Rus ekonomi heyeti de hemen Türkiye’ye geldi.

Ekonomik heyet ilk “sanayi planı” diyeceğimiz bir plana esas olmak üzere çalışmalar yaptılar. 1933 yılında raporlarını hazırladılar ve Hükümete sundular. Biz bununla da yetinmedik, bir de Amerika’dan da bir ekonomik heyet davet ettik. 1933 yılında New York merkezli bir Amerikan şirketi de ekonomik raporlar hazırlamak üzere Türkiye’ye geldi. Bunlar da ekonomik durumumuzla ilgili 1934 yılında geniş kapsamlı bir rapor verdiler. Biz de Hükümet olarak bu iki raporu kullanarak ilk “Beş Yıllık Sanayi Planı” mızı hazırladık ve uygulamaya koyduk. Bu plana sanayi planı denmesinin sebebi planın sadece sanayi sektörüyle ilgili olmasıdır. Tarım ve hizmetler sektörünü kapsamıyordu. Sadece sanayi sektörü idi.

Planı hazırlamıştık, iyi güzel bir plan da olmuştu ama ihtiyaç duyulan özellikle finansman kaynaklarının bulunması, değerlendirilmesi, projelerin finansmanı nasıl olacaktı, hangi kuruluşlar bu konularla görevlendirilecekti, bunlar yoktu ve belli de değildi. Özel sektör projelerinin finansmanında 1924 yılında kurulmuş olan Türkiye İş Bankası yeterli destekleri sağlayabiliyordu ama kamu sektörü projelerinin finansmanı nasıl karşılanacaktı, bu yoktu. Bunun için de bir kamu bankasına ihtiyaç vardı ve çözüm bulundu. 1933 yılında Sümerbank kuruldu. Sümerbank daha çok dokuma, tekstil, vb sektörlerde yoğunlaşacaktı. Bu sektörlerin hemen yanında bir de madencilik, demir sanayii, kimya sanayi vb projeler vardı, bunlar ne olacaktı? Bunlar için de 1935 yılında iki yeni kuruluş daha kurulacaktı. Etibank ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü. Görüldüğü gibi Cumhuriyet hemen her konuyu neredeyse bugünün gelişmiş anlayışlarına çok paralel ve bilimsel bir şekilde ele alıyordu. Bunun semeresini, olumlu sonuçlarını da elbette elde edecekti.

Birinci Sanayi Planında geri kalmış bölgelerin geliştirilmesi konusu da yer almıştır. Çok daha sonra 1960 yılında kurulacak olan Devlet Planlama Teşkilatı’nda, DPT, ayrı bir daire olarak kuracağımız “Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi” de tam bu anlayışla kurulmuştur. Milli Savunma ile ilgili projeler de bu sanayi planı içinde yer almış bulunmaktadır. Bütün bunlar devletçiliğin bir iktisat modeli olarak uygulanabilirliğinin de bir öncüsü olmuştur.

Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1934-1938 yıllarını kapsar ama uygulamaya konulmasının üstünden henüz iki yıl geçtikten sonra İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlanmıştır. Bu bir anlamda da birinci planın uygulamadaki bazı eksiklerinin görülmesi, yeni bazı bilgilerin plana enjekte edilmesi gereği vb hususlar dolayısıyla olmuştur.

İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1936-1939 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Ama 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte 1939 yılından itibaren tüm planlar değişecektir ve her şey “milli savunma ihtiyaçları” na göre ele alınacaktır. Ama hemen şunu da ifade etmek lazımdır ki, 1934-1938 dönemi için yapılması öngörülen 23 fabrika projesinden 19’u başarı ile ve aynen planlandığı şekilde tamamlanmış ve işletmeye alınmıştır. Çok büyük bir başarıdır.

Dönemler itibariyle bakıldığında 1923-1938, büyük Atatürk’ün döneminde elde edilen yıllık ortalama ekonomik büyüme hızı yüzde 7.3’ tür ve tüm Cumhuriyet tarihinin dönemler itibariyle en yüksek büyüme performansıdır. Ayrıca düşünülmelidir ki bu 15 yılın tam 4 yılı da, 1929-1932, büyük dünya ekonomik krizi dönemini de içine almaktadır. Dünya ekonomik buhranı olmamış olsa bu rakam 15 yıl üst üste muhtemelen yüzde 10’ları bulacak olan bir ekonomik kalkınma sağlanmış olabilirdi.

Cumhuriyetin üçüncü ekonomik model dönemini 1950-1960 Demokrat Parti ile başlayan ekonomik model dönemi olarak almak mümkündür. Bu dönem tekrar Celal Bayar’ın Adnan Menderes’le birlikte ekonominin direksiyonuna yeniden geçeceği ve özel sektöre dayalı ekonomik kalkınma modelidir. Devlet ekonomide yine vardır, olacaktır ama müdahaleciliği nisbeten azaltılacaktır.

İkinci Dünya Savaşı icabı sıkı bir tasarruf altına alınmış olan her türlü ihtiyaçlar ve imkanlar birden bire ekonominin emrine verilmiştir. Siyasi alanda olduğu gibi ekonomide de bir büyük serbestlik dönemi hızla başlamıştır. Finansman imkanlarının ortaya çıkarılışı, ekonomiye yeniden güvenin tesisi, özellikle genç insan gücünün askeri insan gücü olmaktan çıkıp ekonomik insan gücü olarak seferber edilmesi bu dönemi başarılı kılacak olan hususlardır.

Demokrat Parti dönemi doğal olarak tarım sektörü ağırlıklı bir dönemdir. Tarımda mekanizasyon, gübre kullanımı, sulama projeleri, köylerin kasaba ve ilçelere ulaşması, kasaba ve ilçelerin illere bağlanması, illerin birbirine ulaşımı bu dönemin en büyük ekonomik özelliğidir. Böylece özellikle yerel tarımsal üretimin serbest piyasaya, Türkiye’nin her tarafına arz edilmesini mümkün kılmıştır.

Bu dönem 1957-1958 yılına kadar çok başarılı sonuçlarla gelirken birdenbire ekonomik kaynakların tükenmeye başladığı ortaya çıkmıştır. Bunda kaynakların pek de verimli kullanılmadığı, hatta biraz da gelişi güzel kullanıldığı, projelerin verimliliğinin düşük olduğu, ekonomiyi bir bütün halinde ele almak yerine projelerin ve kaynakların daha çok siyasi düşüncelerle ve bölük pörçük kullanıldığı görülmüştür. Bütün bu ve benzeri ekonomik kararların sonucunda 1958 devalüasyonu gelip kapımızı çalmıştır. Hem de yüzde 300’lük bir büyük devalüasyon. Amerikan doları 2.8 TL’den 9.0 TL’ye çıkarılmıştır. Haliyle tüm ekonomik dengeler bozulmuş ve özellikle dış finansman ihtiyacı had safhaya çıkmıştır.

Durum bu noktaya gelince biz de Avrupa’dan destek ve yardımı aradık. Bizim de 1948 yılında kurucusu olduğumuz OEEC, Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na müracaat ettik. Bu teşkilat daha sonra 1961 yılında OECD, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’na dönüşecektir.

Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı bize destek için, 1958 yılında, daha sonra 1969 yılında ilk Ekonomi Nobel ödülünü alacak olan meşhur Hollandalı iktisatçı Profesör Jan Tinbergen başkanlığında bir ekonomik heyet gönderdiler. Araya 27 Mayıs 1960 askeri darbesi girmesine rağmen bu çalışmalar devam etti ve 30 Eylül 1960 tarihinde 91 Sayılı Kanun’la Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. 1961 Anayasası’nda da yer alarak anayasal bir teşkilat oldu.

Devlet Planlama Teşkilatı sadece normal bir kamu kuruluşu değildi, daha büyük bir ekonomik kurulun Yüksek Planlama Kurulu’nun bir teşkilatı olarak kurulmuştu. Yüksek Planlama Kurulu Başbakan’ın başkanlığında Bakanlar Kurulu’nun içinden seçilecek ekonomi ile doğrudan ilgili dört Bakan ve Devlet Planlama Teşkilatı üst yönetimi, Müsteşar ve üç Müsteşar Yardımcısı’ndan müteşekkildi. Yüksek Planlama Kurulu kararlarında 9 imza vardır. Başbakan ve dört Bakan ve DPT Müsteşarı ve üç Müsteşar Yardımcısı.

1961 Anayasası’nda bu bahis “IV. Bölüm, Kalkınma planı ve Devlet Planlama Teşkilatı” başlığı altında şöyle düzenlenmiştir, “Madde 129: İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plana bağlanır. Kalkınma bu plana göre gerçekleştirilir”, denilmektedir. DPT’nin asıl gücü ve kudreti işte buradan gelir.

Usulüne uygun plan uygulaması daha çok ilk üç beş yıllık kalkınma planı dönemidir. Daha sonraki planların uygulaması siyaseten de oldukça karışık, farklı düşünceli Başbakanlar ve ekonomik kriz dönemlerine rastlar ve uygulamalar bir plan disiplini içinde olamamıştır. Bu bakımdan ben planlı kalkınma dönemi olarak daha çok ilk üç plan dönemini alırım. Yani 1963-1977, kesintisiz 15 yıllık bir planlı kalkınma dönemi. Bu 15 yıllık dönemi siyasi istikrarın olduğu bir dönem de değildir. Hatta en istikrarsız dönem de denilebilir. Plan hazırlanmasının hemen başında 1960 askeri darbesi, ortasında 1971 askeri müdahalesi, hemen ertesinde de yine 1980 askeri darbe dönemi vardır. Ayrıca 1974 Kıbrıs Barış Harekatı, bu münasebetle Türkiye’ye konulan askeri ve ekonomik ambargo dönemi de vardır. Ayrıca bu dönemin içindeki bir on yıllık zaman dilimi içinde petrolün varilinin 1 ABD dolarından 36 dolara, hemen daha sonra da 100 dolara çıktığı bir zaman dilimi de vardır.

Ayrıca bu 15 yılın sadece 5 yılında tek başına bir iktidar dönemi vardır, Adalet Partisi-Süleyman Demirel Başbakanlığı. Geri kalan 10 yılda parlamento içi, parlamento dışı 7 Başbakan, 4-5 partili koalisyon hükümetleri dönemi vardır. Gerçekten siyaseten çok istikrarsız ve karışık bir dönem. İstikrarsızlık siyasetin kendi tabiatından gelmemektedir, 20 yıl içinde demokrasi ve siyasi partiler yapısını allak bullak eden 3 askeri darbe ve müdahale sebebiyledir. Ama bütün bu kadar olumsuz ve istikrarsız bir siyasi döneme rağmen çok başarılı peş peşe bir üç Beş Yıllık Kalkınma Planı uygulaması vardır. Bu 15 yılın yıllık ortalama ekonomik büyüme hızı yüzde 6.0 dır. Çok iyi bir büyümedir. En kötü yılda bile büyüme hızı yüzde 3.1 in altına da düşmemiştir. Bu da ayrıca belirtilmesi gereken çok önemli bir husustur.

Siyasetin bu kadar dağınık ve istikrarsız olmasına rağmen nasıl olmuştur da ekonomide istikrar ve düzen bozulmamıştır sorusu çok önemlidir. Bunun tek bir cevabı vardır: Kamu bürokrasisinin siyasi vesayet altında olmaması, ehliyet ve liyakatin her şeye rağmen korunması, tayin ve terfilerde normal devlet usullerinin dışına çıkılmaması. Yani siyaset karışıktır, istikrarsızdır ama devlet ve bürokrasi sapa sağlamdır.


AK Parti döneminde Planlamaya nasıl yaklaşıldı? DPT yerine Kalkınma Bakanlığı’nın kurulması ardından bu Bakanlığın da ortadan kaldırılması gelişmelerini nasıl yorumluyorsunuz?

İlhan Kesici: AK Parti Devlet Planlama Teşkilatını sevmedi. Aslında genel olarak aklına geleni yapmak isteyen hükümetler de pek sevmemişlerdir. DPT Hükümetlerin yapacakları ekonomik ve sosyal programlara, görevi gereği müdahil olan ve bir teşkilattır. Normal şartlarda hükümetler yapacakları her projede kendilerine hemen hiç bir konuda hiç kimse veya kuruluş hiç karışmasın ve kendilerini alabildiğine serbest olsunlar ister. Ama medeni dünya ve demokrasiler yüzlerce yıllık demokrasi ve ekonomi tecrübeleriyle bugün gelinen noktada bunun böyle olmaması lazım geldiğini öğrenmişlerdir. Yapılan planlar, programlar, bütçeler hep hükümet tasarruflarını bir düzene bağlamak amacını taşır ve yapılacak işler hep bir düzen içinde yapılır.

Devlet Planlama Teşkilatı da bu düzenlemelerin tam göbeğindedir. Hükümetlere şu işler yapılmaz, yapılamaz; bu işler yapılır ama ancak şu şekilde yapılır diye kurulmuş olan bir teşkilattır. Bunu derken de gücünü TC Anayasası’ndan alır. Biraz önce gördük.

Ama AK Parti yönetimleri en baştan itibaren DPT’nin bu tür müdahalelerinden hoşnut olmamışlardır. Bu bakımdan siyaseten uygun buldukları bir anda da, 2011, teşkilatı bütünüyle kaldırıp yerine Kalkınma Bakanlığı kurmuşlardır. DPT’nin bütün kadroları da Kalkınma Bakanlığı’na geçirilmiştir. Böyle olmakla birlikte yeni bakanlık sadece bir “danışman” bakanlık olabilmiştir. Zaten amaçlanan da budur. Kararlara karışmayan, işlerin nasıl ve ne zaman yapılacağına karışmayan, evet veya hayır demeyen bir kuruluş. Amaç budur. Buna rağmen 60 yıllık bir kamu bürokrasisi geleneği ve alışkanlıklarıyla bu istekleri de tam olarak yerine getirilmiş değildir. Kalkınma Bakanlığı uzmanları yine de alıştıkları üzere eski fonksiyonlarını yapmaya çalışmışlardır. AK Parti’nin de içinde çeşitli kademelerde görev alan, görev yapan, milletvekili ve bakanlık yapan arkadaşlarımız da vardır. Bu arkadaşlarımızın bir bölümü DPT’de en üst düzeyde görevlerde de bulunmuşlardır. Bunlar milletvekili olarak görev yaptılar, müsteşar olarak görev yaptılar, genel müdür olarak görev yaptılar, bakan olarak görev yaptılar, ekonomik işlerden sorumlu başbakan yardımcısı olarak da görev yaptılar. Bu görevlerinde AK Partililikleri kadar devlet planlamacılığı vasıfları ve anlayışlarının da hakim olduğunu görürüz.

Bu bile Hükümete istedikleri tam serbestiyi tam olarak vermeyince sıra Kalkınma Bakanlığı’nın da bütünüyle kaldırılmasına gelmiştir. 2018 yılında yürürlüğe giren büyük anayasa değişiklikleriyle bu bakanlık da tümüyle kaldırılmıştır. Hükümet bakımından mesele böylece önemli ölçüde halledilmiş olmuştur. Ama elbette olan ülkeyedir, toplumadır. Belli bir düzenin ortadan kaldırılması sonuç olarak da ekonomide düşük verimliliğe yol açmaktan başka bir işe de yaramaz. Şu andaki durum da budur. 2018 Anayasa değişikliği ile benzer fonksiyonların bu sefer “Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı” na alındığı görülmektedir. Ama elbette açıktır ki bu yeni birimin DPT, Yüksek Planlama Kurulu yetki ve görevleriyle bir ilgisi kalmamıştır.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken planlama ihtiyacını ve partimizin “Stratejik Planlama Teşkilatı” kurulması önerisini nasıl değerlendiriyordunuz?

İlhan Kesici: Devletlerin planlama ihtiyacı, eski dille söylersek “izahtan vareste” dir. Yani izaha bile ihtiyaç yoktur. Tekil insan için günlük seviyede bile bir planlama ihtiyacı vardır. Planlama yapılmadan yapılacak günlük faaliyetler sadece başı boş ve gelişi güzel faaliyetler olmaktan öte bir şey olmaz. Planlama sadece devletler için değil her seviyedeki ticari, iktisadi tüm kuruluş ve kurumlar için de lazımdır. Planlamasızlık gelişi güzellikten başka bir şey değildir. Bu da kaçınılmaz olarak kaynak israfı ve verim düşüklüğü demektir.

60 yıllık DPT, Yüksek Planlama Kurulu, Beş Yıllık Kalkınma Planları, Özel İhtisas Komisyonları, Yıllık Programlar tecrübesi bize planlamanın ne kadar faydalı olduğunu tüm verilerle göstermektedir. Başlangıç yıllarında hem diğer kamu sektörü, hem özel sektörün yeterince proje bilgisi olmaması veya az olması dolayısiyle biz, DPT olarak alt proje detaylarına da müdahil oluyorduk. Ama Türkiye’nin şimdiki insan kaynakları, kurum ve kuruluşların plan, program ve proje bilgileri yeteri kadar yüksek bir seviyeye ulaşmış bulunmaktadır. Bu bakımdan artık yapacağımız “planlama” anlayışımızın daha üst bir “stratejik planlama” seviyesine yükseltilmesi de gerekmektedir.

Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu yeni yılın ilk televizyon programında, Habertürk-Fatih Altaylı-Teke Tek programı, tam da programın ilk sorusuna verdiği cevap çok net ve kesin olmuştur: “Güçlendirilmiş ve İyileştirilmiş Parlamenter Sisteme geçtiğimizde Devlet Planlama Teşkilatı ilk 15 günde yeniden kurulacaktır”. Budur!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: