Şevket Pamuk: Türkiye’de İktisadi Gelişme ve Siyaset

UZUN DÖNEMLİ İKTİSADİ GELİŞME SİCİLİMİZ
Türkiye’de kişi başına gelirler son 100 yılda yaklaşık oniki kat, son 70 yılda ise yaklaşık dokuz kat arttı. Bu gelir artışlarının temel nedeni üretimde daha yüksek verimlilik sağlayan yeni teknolojiler ve eğitimdir. Türkiye’nin yeni teknolojiler geliştirme kapasitesi yüksek olmasa da, ülke dışında geliştirilen teknolojileri ithal ederek ve kullanarak, nüfusumuzu eğiterek ve kurumlarımızı, kurallarımızı bir ölçüde dünyaya uydurarak gelir artışlarını sağladık.
Ancak geçtiğimiz dönemlerde diğer ülkeler de bir hayli mesafe aldılar. 19. yüzyıl boyunca Türkiye ile bugünün gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen Batı Avrupa ve ABD arasındaki gelir farklılıkları, onların sanayileşmesi nedeniyle artmıştı. Bugünkü Türkiye sınırları içinde kalan alanda (satın alma paritesine göre hesaplanan) kişi başına gelir, 1820’den Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar gelişmiş ülkeler ortalamasının yüzde 60’ından yüzde 30’una gerilemişti. Geçtiğimiz 100 yılda ise, gelişen ülkelerin ortalamaları için olduğu gibi, Türkiye için de, aradaki fark bir miktar kapandı. Bugün Türkiye’de kişi başına gelir, gelişmiş ülkeler ortalamasının yaklaşık yüzde 45’i düzeyindedir.
Geçtiğimiz 100 yılda Türkiye’de kişi başına gelir, gelişen ülkeler ortalamasına yakın ve onun biraz üzerinde seyretti. Ama aynı dönemde İtalya, İspanya ve Kore gibi iktisadi gelişme yolunda daha başarılı olan ülkelerde gelir artışları daha güçlü oldu. Bugün İtalya, İspanya ve Kore’de kişi başına gelirler gelişmiş ülke ortalamalarının yüzde 80’inden daha yüksektir.
Bugün iktisatçılar kişi başına gelirin yanısıra insani gelişmeyi ve onun temel unsurları kabul edilen sağlık ve eğitimi de iktisadi gelişmenin en önde gelen göstergeleri olarak kabul ediyorlar. Sağlık doğumda yaşam beklentisi üzerinden, eğitimde de yetişkin nüfusun okula gitme süresi üzerinden ölçüldüğünde, son 100 yılda ve son 70 yılda mutlak artışlar olarak bir hayli yol aldığımız görülüyor. Ancak geçtiğimiz aynı dönemlerde diğer ülkeler de sağlık ve eğitim alanında bir hayli mesafe aldılar. Sağlık açısından Türkiye’nin son 100 yılda ve son 70 yıldaki gelişimi, dünya ortalamalarının biraz üzerinde, eğitimde ise dünya ortalamalarının biraz altında oldu. Önümüzdeki dönemde eğitimde başarıyı ölçerken eğitimde hem sayılara hem de kaliteye daha fazla önem vermek gerekecektir.
Türkiye’nin uzun dönemli iktisadi gelişmesini değerlendirirken hiç şüphesiz başka ölçütler de kullanmak gerekir. Örneğin geçtiğimiz yaklaşık 100 yılda sanayileşme ve ileri teknolojiler kullanımı zayıf kaldı. Bugün Türkiye dünyada gelirin daha eşitsiz dağıldığı ülkeler arasında yer alıyor. İktisadi gelişmenin çevre üzerindeki etkisi açısından bakıldığında da sicilimiz pek parlak değil.
Özetleyecek olursak, Cumhuriyet döneminde ve son 70 yılda Türkiye’de kişi başına gelirlerde ve yaşam standardlarında önemli artışlar oldu. Bu süre içinde Türkiye’nin büyüme sicili dünya ortalamalarına yakın, ortalamaların biraz üzerinde gerçekleşti. İçinden geçmekte olduğumuz zor günlerde, dünya ortalamalarına yakın, hatta onların biraz üzerinde olmak bize kötü gözükmeyebilir. Hiç olmazsa bardağın yarı dolu olduğunu düşünebiliriz.
NİÇİN DAHA İYİ DEĞİL?
Ancak Cumhuriyeti kuranların ortaya koydukları hedefin muasır medeniyet seviyesine ulaşmak olduğunu da hatırlayalım. Bu nedenle iktisadi gelişme açısından niçin daha iyisini gerçekleştiremediğimizin, niçin gelişmiş ülkelerle aramızdaki mesafeyi daha fazla kapatamadığımızın, niçin örneğin bir İtalya veya İspanya ya da Kore gibi olamadığımızın üzerinde durmakta yarar var.
Bu konuda temel nedenler deyince hem dış ve hem de iç nedenlerden söz etmek gerekir. En başta, dünya ekonomisinin işleyişinin, gelişmiş ülkeler tarafından belirlenen ve zaman içinde değişen kuralların geç sanayileşen ülkelerin aleyhine çalıştığı, sanayileşmeye, daha yüksek verimlilik ve gelir artışları sağlayan yeni teknolojilere geçişte güçlükler yarattığı hep söylenir. Son 100 yılda çok az sayıda gelişen ülkenin gelişmiş ülkelerle aralarındaki farkı kapatabildiklerine de bakarak, bu görüşlerde doğruluk payının yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Ancak koşullar eşitsiz olsa da dünya ekonomisinden ve ileri teknolojilere ulaşmaya çalışmaktan vazgeçmek doğru olmaz.
Niçin daha iyisini yapamadık diye düşünürken, eksiklerimizi, sorunlarımızı kendi evimizde de aramakta yarar var. Eğitim, araştırma ve teknoloji alanındaki zayıflıklarımız Türkiye’nin uzun vadeli iktisadi gelişmesini olumsuz etkilemeye devam ediyor. Eğitim, araştırma ve teknoloji konularında başarı ancak uzun vadeli bir yaklaşımla mümkün olabilir. Oysa aşağıda değineceğim diğer sorun uzun vadeli yaklaşımları zorlaştırıyor.
SİYASET VE İKTİSADİ GELİŞME
Bir diğer sorunumuz, tarihten gelen bazı fay hatlarımız, toplumsal ayrılıklarımız. Bundan da önemlisi, gerginlikleri fırsat bilerek, çarpıtarak kullanan, kutuplaşmalardan medet uman siyasetçiler var. Zaman zaman ekonomideki sorunlar da siyaseti etkiledi, ama uzun dönemli olarak baktığımızda, siyasal rejimin kırılganlıklarının, siyasetteki istikrarsızlıkların daha sağlıklı iktisadi gelişme önünde önemli bir engel oluşturduğu görülüyor.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden bu yana, ekonomide daha başarılı dönemler yaşansa da, çoğu siyasetten kaynaklanan nedenlerle, bu dönemler fazla uzun süremedi. Ekonominin gidişatı da siyaseti etkiledi ama 1950’lerin ikinci yarısında, 1970’lerde ve 1990’larda dünya ekonomisindeki dalgalanmalardan çok ülke içi siyasetteki istikrarsızlıklardan ya da iktisat politikası hatalarından kaynaklanan güçlükler yaşadık. Bu zor dönemleri yaşamasaydık, bugün iktisadi gelişme yolunda daha farklı bir yerde olabilirdik.
Kapsayıcı bir siyasal rejim ve siyasal istikrar sağlıklı iktisadi gelişme için çok önemli bir önkoşuldur. Siyasal sorunlar ve istikrarsızlıklar ekonomide dengelerin bozulmasına ve dalgalanmalara yol açmaktadır. Son 70 yıllık çok partili rejim deneyimimiz, siyasal gerginliklerin ve istikrarsızlıkların arttığı dönemlerde, iktisat politikalarının kalitesinin, hem makro hem de mikro düzeyde, düştüğüne işaret ediyor. Siyasal gerginliklerin ve istikrarsızlıkların arttığı dönemlerde makroekonomik politikalarda kısa vadeli hedefler öne çıkmakta, enflasyon yükselmektedir. Mikro düzeyde ise partizanlık, yandaşlara destek olmak daha fazla ağırlık kazanmakta, kaynaklar daha kötü kullanılmaya başlamaktadır. Bu dönemlerde iktisat politikası ortaya çıkan sorunları ertelemeyi veya halının altına süpürmeyi tercih etmekte, kamu kesiminin borçları artmakta, kamu bankalarının bilançoları bozulmaktadır. Ekonomiye ve ekonomi yönetimine olan güvenin kaybolmasıyla birlikte yatırımların miktarında ve kalitesinde de düşme görülmektedir. Bir süre sonra iktisadi sorunlarla siyasal sorunlar bir sarmal halinde birbirlerini beslemeye başlarlar. Böylece iktisat politikaları ve ekonomi kısa vadeli hedeflere yönelirken, eğitim, teknoloji ve verimlilik gibi uzun vadeli hedeflerinden uzak düşülmektedir.
AKP DÖNEMİ
AKP iktidarı döneminin 70 yıllık bu tarih içinde özel bir yeri var. AKP iktidarının öncekilerden daha uzun sürmesi, AKP’ye ve liderine köklü değişiklikler yapabilme fırsatı verdi. Ancak bu uzun zaman dilimi ekonomiyi dönüştürmek ve güçlendirmek için değil, siyasi rejimi değiştirmek için kullanıldı. Geçtiğimiz 19 yılda ekonomi siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görüldü. Bugünlerde bol bol sözü edilen iktisadi bağımsızlık hedefi pek hatırlanmadı.
Siyasetin ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri son dönemde çok daha farklı boyutlara taşındı. Toplumsal ayrılıkları kullanarak yeni bir rejim kurmayı hedefleyen, siyasi hedeflerini ekonominin önüne geçiren ve ortaya çıkan iktisadi bedelleri küçümseyen otoriter bir rejim ekonomiyi olumsuz etkiledi.
Uzun iktidarı boyunca AKP’nin bir sanayileşme modeli ya da politikası olmadı. Dünya ekonomisindeki likidite bolluğunda dış kredi sağlamak ve içeride para basıp iktidara en yakın kesimlerden başlayarak kredi dağıtmak, ilerleyen yıllarda temel iktisat politikası haline geldi. İnşaat gibi iktidara yakın kesimlere en uygun gelen sektörler ve gösterişli altyapı projeleri tercih edildi. İnşaat sektörü dışındaki yatırımlar gerilerken verimlilik son on yılda yerinde saydı.
Bugünkü koşullara bir kaç yıl içinde gelmedik. AKP iktidarının ilk yıllarından sonra ekonominin yapısı giderek zayıfladı. Yargının bağımsızlığı ve hukuk devleti tümüyle ortadan kalktı. Hem ülke içinde hem ülke dışında hukuka, ekonomi yönetimine ve ekonominin gücüne olan güven zaman içinde kayboldu. Kaybolan güveni geri getirmek artık çok zor.
Şimdi dünyada rüzgarların değiştiği, merkez bankalarının faizleri yükseltme eğilimine girdikleri bir dönemde, para basıp kredi dağıtma politikasında israr hatta inat ediliyor. Yapılanlara gerekçe aranırken, düşük faiz ve düşük değerli TL politikası, Çin modeli olarak sunuluyor. Oysa Çin’de düşük kur çok daha istikrarlı koşullarda ve uzun yıllar boyunca sanayileşme, teknoloji ve eğitim politikalarıyla desteklendiği için başarıya ulaşabilmişti. İçeriği ve derinliği çok zayıf olan bugünkü uygulamalar, 80 milyonluk bir ülkeyi deney tahtası haline getiriyor.
Bugünkü politikalarla önümüzdeki dönemde ekonomi zayıflamaya, iktisadi istikrarsızlık artmaya devam edecektir. Hükümetin enflasyonla mücadele konusunda ciddi bir politikası yoktur. Düşük faiz ve gevşek para politikası da devam etmektedir. Resmi istatistiklerle oynansa, veriler değiştirilse de, önümüzdeki dönemde enflasyonun yükselmeye devam etmesi beklenmelidir. Yüksek enflasyon, örgütsüz, savunmasız, dar gelirli kesimleri en çok etkileyecek ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri artıracaktır. Böylece iktisat politikalarındaki yanlış ve yanlı uygulamaların bedelini özellikle dar gelirli kesimlerin ödemeye devam etmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Son dönemde pek çok veri gizlendiği veya değiştirildiği için, kamu kesimindeki durumu tam olarak bilemiyoruz. Ancak son yıllarda izlenen politikaların kamu kesimi dengelerini giderek zayıflattığı açıktır. Önümüzdeki dönemde, bütçe, kamu bankaları ve genel olarak kamu kesiminin dengeleri daha da bozulması gündeme gelecektir. Ekonomideki sorunların artması, koşulların giderek ağırlaşmasıyla AKP iktidarına olan toplumsal desteğin daha da azalması beklenmelidir..
Eğer önümüzdeki dönemde yapılacak bir seçim sonrasında iktidar değişikliği gündeme gelirse, iktidar değişikliği süreci büyük olasılıkla bir hayli ağır iktisadi koşullar altında gerçekleşecektir. Olası bir geçiş döneminde, bir yandan bir siyasal koalisyonu sürdürmek bir yandan da kamu kesiminde ve genel olarak ekonomide bozulan dengeler, yüksek enflasyon ve artan gelir eşitsizlikleri gibi ağır sorunlarla mücadele etmek gerekeceğini şimdiden kabul ederek hazırlık yapmak yerinde olur.
İKİNCİ YÜZYILA DOĞRU
Ekonomide son dönemde yapılan iktisat politikası yanlışları ve ortaya çıkan ağır koşullar, tek kişiye dayalı bir siyasi rejimin sakıncalarını çarpıcı biçimde ortaya koydu. Önümüzde dönemde de bedeller ödenmeye devam edecektir. Bugünden ileriye doğru bakarken, yapılan yanlışlardan, ödenilen bedellerden dersler çıkarılacağını ummak istiyoruz, hem iktisat politikaları açısından, hem de son dönemdeki olumsuz gidişata zemin hazırlayan siyasi rejim açısından.
Türkiye’de ekonomik dinamizm her zaman var oldu. Daha önce olduğu gibi, Türkiye er ya da geç bu zor günleri de geride bırakacaktır. Ama ekonomide yaratılan hasarı tamir etmek uzun zaman alacaktır. Bugünkü ağır sorunların aşılması ve daha güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye geçiş ancak siyasette olumlu gelişmelerle mümkün olacaktır. Türkiye ekonomisinin son 70 yılındaki iniş çıkışlı dönemleri tekrarlamamak için, siyasal istikrarsızlıkları ve siyasal istikrarsızlıklardan kaynaklanan kısa vadeli iktisat politikalarını da aşmamız gerekiyor.
Umarız yakın gelecekte, son dönemden çıkarılacak derslerin de yardımıyla, geniş bir siyasal mutabakat ve daha farklı bir siyaset anlayışı ile daha güçlü siyasal kurumlar oluşturulur, daha sağlam bir hukuk devleti ve demokrasi anlayışı yerleşir.
Yine umarız ki ileride siyasi koşullar daha elverişli olduğunda, eğitime ve araştırmaya daha fazla önem veren, daha ileri teknolojiler kullanan ve daha yüksek verimlilikle üreten, gelirlerin daha eşit paylaşıldığı, çevreye daha saygılı bir ekonomi kurmak mümkün olur.