
Uzun bir süredir eskinin can çekiştiği, yeninin ise henüz doğmakta olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Kurulu düzen milyonlar için sürdürülemez bir yıkıcılığı beraberinde getirirken egemen güçler var olan düzeni kendi egemenliklerini koruyacak unsurlarıyla muhafaza etmek için büyük uğraş içindeler. Yeninin ne olacağına ilişkin reçeteyse, tıpkı dünya ve Türkiye tarihinin önceki kritik dönemeçlerinde olduğu gibi, siyasal ve toplumsal mücadelenin bağrında şekilleniyor.
Küresel ekonominin ve siyasetin son 40 yılına neoliberalizm damgasını vurdu. Neoliberal paradigmanın miadını doldurduğu gerçeği, 40 yılın sonunda gün yüzüne çıkan ekonomik, siyasal ve toplumsal bilançoda artık inkar edilemeyecek kadar belirgin. Farklı ülke ve bölgelerde periyodik olarak ortaya çıkan ekonomik krizler, derinleşen sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, toplumsal sınıflar arasında büyüyen gelir ve refah uçurumu, güvencesizlik dalgası, siyasal sistemlerde ortaya çıkan çatlaklar, tüm bu süreçler sonucunda demokrasilerin içine girdiği kurumsal meşruiyet krizi… Hayatın her alanında kendini gösteren bu krizler, krizlerin neoliberal düzenin kendisine içkin olduğunun işareti. Peki, yeni bir düzen nasıl kurulacak? Neoliberalizmin alternatifi nedir? Bu değişimde kamunun rolü ne olmalı?
Demokrasi ve sosyal adalet nasıl birbirinin alternatifi değil de tamamlayıcısı kılınacak? Bu soruların birbirinin içine geçmiş yanıtlarını ararken öncelikle neoliberal modelin röntgenini çekmek yararlı olacaktır.
Neoliberalizm: Vaatler ve gerçekler
Bugün kullandığımız anlamıyla neoliberalizm, teorik kökenleri daha öncelere dayanmakla beraber, 1970’lerde gündeme girdi ve 1980’lerde dünya kapitalizminde hakim birikim rejimi halini almaya başladı. Sermaye sınıfının 70’li yıllarda yaşanan ekonomik sarsıntılardan duyduğu rahatsızlığı giderme reçetesi olarak sahiplendiği neoliberalizm, 1945’ten beri dünyada uygulanmakta olan, Keynesçi ilkelere dayalı refah devleti modelinin terk edilmesi anlamına geliyordu.
Neoliberalizmin üzerine inşa edildiği genel ilkeler, neoliberal düzenin kurulmasında tercih edilen araçlar ve izlenen yöntemleri belirleyen temel anlayışı özetliyor. Bu ilkelerin özü, neoliberalizm denilince akla gelen siyasi liderlerden Thatcher’ın şu sözlerinde çok net: “Toplum diye bir şey yoktur. Bireysel erkekler, kadınlar ve aileler vardır”. Neoliberal anlayış toplumsal bir perspektifle değil, bireylerin tekil kararlarının toplamıyla oluşan bir düzeni tarif eder. Bireyi yurttaşlık hak ve yükümlülükleriyle değil, tüketici ve seçmen kimliği ile kabul eder.
Bu anlayış kamuya dair yaklaşımı da şekillendiren bir diğer ilkeyi besler: Devlet “küçük” olmalıdır. Neoliberal anlayışa göre devlet ile yurttaş arasındaki ilişki de hak temelinde değil devleti yönetme yetkisini elinde tutan iktidarların yeniden seçilme hedefi üzerinden şekillendirilmelidir. Aynı anlayış sadece devlet ve birey arasındaki ilişkiyi değil, kamu ve piyasa arasındaki dengenin de nereden kurulacağını belirler. Piyasaların müdahale olmaksızın kendi kendini düzenleyeceği ve piyasanın işleyişi sonucunda herkesin hak ettiğini alacağı düşüncesi ile kamuya değil piyasalara öncü bir rol biçer. Zaman içerisinde bu anlayış, hayatımızın her alanında kamu yararı gözeten, demokratik hesap verilebilirliğin temellerini oluşturan sosyal normlar ve kuralların hor görülmesi olarak da işledi.
Özet olarak, en genel hatlarıyla neoliberalizm toplumsal olanı değil bireysel olanı öne çıkartan, kamu yararını değil piyasa kazançlarını yücelten bir anlayış. İşte bu anlayışı siyasi, ekonomik ve sosyal düzlemde hakim kılmak için özelleştirme, kuralsızlaştırma, güvencesizleştirme süreçleri ve küçülme adı altında devleti yeniden yapılandırma yolu ile kök saldı neoliberal düzen. İddiası oydu ki devletteki bu yeniden yapılandırma demokrasiyi ve katılımcılığı da güçlendirecekti. Egemen güçlerin açık siyasi tercihleri sonucunda kullanmayı seçtikleri tüm bu politika araçları neoliberal düzenin hayatın kılcal damarlarına kadar sızmasına yol açtı.
Ve sonuç… Sonuçta neoliberalizmin ekonomiye ve siyasete ilişkin vaat ettiklerinin hiçbirisi gerçekleşmedi! Gerçekleşmediği gibi var olan refahın bölüşümü, sosyal adalet ve demokrasi düzeylerinde de ciddi yıkımlara ve hasara yol açtı!
Halkın temel sosyal ve ekonomik haklarının budandığı bir dönüşüm gerçekleşti. Kuralsızlığın kazananı beklendiği gibi bir avuç imtiyazlı olurken kaybedeni toplumun ezici çoğunluğu oldu.
Özelleştirme pratikleri dünyanın birçok yerinde yağmaya dönüştü. Tıpkı bugün ülkemizde yaşadığımız gibi eğitim, sağlık, barınma, enerjiye erişim gibi insanların en temel hakları hak olmaktan çıkarılarak piyasadan alınıp satılan metalar haline getirildi. Çok uluslu firmalar, tekelleşen imtiyazlı gruplar ilaçtan gıdaya, hammaddeden telekomünikasyona tüm alanlarda halkı temel haklarından mahrum bırakan düzenin mihenk taşları haline geldiler.
Yurttaşın yerine tüketici, dayanışmanın yerine bireyci rekabet, örgütlü toplumun yerine tekillik konuldu.
Sosyal güvenlik sistemleri zayıflatılarak milyonlar güvencesizliğin pençesine bırakıldı. Yukarı yönlü sosyoekonomik hareketlilik yavaşladı, insanlar doğduğu koşullarda yaşamaya mahkum edildi. Emekçilerin örgütlülüğü zor yoluyla zayıflatıldı; ücretler sürekli olarak baskılandı. Halkın kemer sıkmasına dayalı politikalar süreklilik kazandı. Finansallaşma tüketiciyi de üretken sermayeyi de finansal piyasaya bağımlı hale getirdi.
Küçülmesi beklenen devlet tam aksine gerek piyasada gerekse siyasal-toplumsal yapıda kurulu düzenin sürmesi için müdahalelerini arttırdı. Devlet sosyal olmaktan çıkartıldı, devleti yönetme sorumluluğunu geçici bir süreliğine üstlenmiş iktidarların kendi seçtiklerine güvence sağladığı bireyselleştirilmiş bir yapıya evrildi. En uç noktalarda parti devletine ve hatta şahıs devletine dönüştü. Küçüleceği iddia edilen devlet hak temelli bir çerçeveden devletle ilişki kuran halk için küçülürken, erklerin seçiciliği ile ihya edilen imtiyazlılar için büyüdükçe büyüdü.
AKP ve neoliberalizm: Ekonomik buhranın zemini
Ülkemizde AKP iktidarı da bu neoliberal ilkeleri, anlayışı ve politika araçları ile ortaya çıkan düzeni sıkı sıkıya sahiplendi ve her alanda uyguladı. Neoliberalizmin köklerinden şekillenen tek adam rejimi ve tek adam rejiminin siyasal ve ekonomik tercihleriyle büyüttüğü neoliberal düzen kök saldı.
Ülkemizde enerji, telekomünikasyon, tarım gibi kritik sektörlerde ve temel hak alanlarında kamunun rolünü dönüştüren neoliberal politikalar ağır yıkımlara yol açtı. Birkaç güncel örnek dahi bunu ortaya koyuyor. Mesela, elektrik üretim ve dağıtım hizmetlerinin bir avuç şirkete teslim edilmesi sadece 2021 yılında 3,5 milyona yakın abonenin elektrik faturalarını ödeyemedikleri için elektriklerinin kesilmesine sebep oldu. Oysa özelleştirmelerle hizmetlerin kalitesinin artacağı, hizmete erişimin kolaylaşacağı ve ucuzlayacağı söyleniyordu. Hizmetlerin kalitesinin artması bir yana, özel şirketler dağıtım şebekelerinin bakımlarını yapmadıkları için 500 bin yurttaşımızın yaşadığı Isparta’ya kar fırtınasının ortasında beş gün boyunca elektrik dahi verilemedi.
Aynı yıkımı şeker fabrikalarının yakın zamanda tüm itirazlara rağmen özelleştirilmesi sonucunda yaşıyoruz. Özelleştirmelerin ardından fabrikaların kapısına kilit vuruldu ve arazileri satılmaya başlandı. Sonuç ortada, ithalat bağımlılığı iktidarın TL’de değer kaybı yaratmaya dayalı tercihleriyle birleşti ve Türkiye’de şeker fiyatları son altı ayda TÜİK verilerinde dahi %100’den fazla artış gösterdi. İktidarın yanıtı ise bilindik oldu, 400 bin ton kamış veya pancar şekeri sıfır gümrükle ithal edildi. Özelleştirmeler sonrasında Türkiye 1998 yılından beri ilk kez üretim için A kotası şeker ithal etti.
Neoliberalizmin özelleştirmeler konusundaki temel savlarından bir diğeri de kamunun ekonomideki varlığının yolsuzluklara sebep olduğuydu.
Oysa Türkiye’de de yaşadığımız gibi neoliberal dönemde yolsuzluklar derinleşti ve hatta sosyal normları da yıkan anlayışla toplumda kanıksanır hale geldi. KİT’lerin verimsiz olduğu, siyasi iktidarlar tarafından arpalık olarak kullanıldığı ve çokça yolsuzluğun yapıldığı söylenerek başlayan özelleştirmelerden biri de Türk Telekom’un yabancı bir aileye peşkeş çekilmesiydi. Telekom özelleştirmesi sonucunda kamu milyarlarca dolarlık büyük bir zarara uğradı, yatırım yapılmadığı gibi özelleştirme geliri de kurumun peşkeş çekildiği aile şirketi tarafından ödenmedi.
Kamunun bizzat kendi yaptığı takdirde çok daha ucuza yurttaşlara sunabileceği temel hizmetler “kamu özel işbirliği” adı altında iktidarın rantçı yandaş sermayedarlarına devredildi. Geçmediğimiz yolların ve köprülerin, kullanmadığımız havalimanlarının, gitmediğimiz hastanelerin garanti gelirleri kamunun yani halkın üstüne yüklendi. Tam da neoliberal paradigmaya uygun bir şekilde sağlık gibi, ulaşım gibi temel haklar rantiye haline getirildi ve metalaştırıldı. Şirketlerin işlettiği şehir hastaneleri, yollar, havalimanları, enerji santralleri neoliberal piyasacılığın en açık örneklerinden birisi oldu. Öyle ki bu projelerle kamu 2021-2045 döneminde 153,5 milyar dolar garanti yükümlülüğü altına sokuldu. Karlar bir avuç yandaş şirkete, zararlar ise kamuya yani halka yüklendi!
İktidarın benimsediği neoliberal paradigma doğrultusunda attığı adımlardan biri de sosyal devletin tüm yurttaşlar için sağlaması beklenen güvencelerini ortadan kaldırması oldu. Sosyal devletin hak temelli bütüncül sosyal politikaları yerine siyasi patronaja dayalı bir sosyal yardım anlayışı ikame edildi. İktidar doğru mali politikalarla ve bütçe hakkı kullanımıyla dar gelirli kesimlere doğrudan gelir transferi yapmak yerine borçla tüketimi şişirmeyi tercih etti ve borçluluk devasa boyutlara ulaştı.
Emeğin hakları da benzer şekilde yok sayıldı, günden güne eritildi. AKP Genel Başkanı’nın bir toplantıda ifade ettiği “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı” cümlesi iktidarın emeğe ve emeğin haklarına yönelik yaklaşımını ortaya koymakta yeterli. Emekçilerin toplu pazarlık, örgütlenme, sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev gibi en temel hakları siyasal zor yoluyla gasp edildi. Bugün ülkemizde sendikalılık oranı %14’lerde seyrediyor ki bunun içinde iktidar ile korporatist bir ilişki kuran sendikalar da var. Emeğin pazarlık masasına oturamadığı yerde ücretler sürekli olarak baskılandı, pazarlık masasına oturamayan emekçiler yüksek enflasyon ortamında açlık ve yoksulluk sınırlarının altında ücretlere mahkum edildi.
Neoliberal madalyonunun iki yüzü: Ekonomik buhran ve demokrasinin yıkımı
Son yıllarda gerek dünyada gerek ülkemizdeki gelişmeler, neoliberal ekonomik modelin kriziyle demokrasinin uğradığı tahribat arasında apaçık bir bağlantı olduğunu ortaya koyuyor.
Halkı güvencesizleştiren, haklarını gasp eden, yoksullaşmaya yol açan, serveti tabana yaymayan ve tüm varlığın sadece bir avuç imtiyazlının elinde tutulmasını sağlayan neoliberal ekonomik düzenin sürdürülebilmesinin yolu bir yandan demokrasinin yıkımı oluyor. Bir avuç imtiyazlı zenginleşirken bir bütün olarak yoksullaşan toplum kimlik kamplarına bölünerek atomize ediliyor. Bu durum nihayetinde neoliberal ekonomik düzenin kendisini bir şekilde sürdürmesini sağlıyor. Neoliberal krizden çıkışı sağlayacak ve eşit bir düzeni kuracak olan sınıf siyaseti, kimlik siyasetiyle ikame edilmek isteniyor.
İşte tam da bu koşullar altında sosyal demokrat siyaset yeniden tarihsel bir sorumluluk ve görev üstleniyor.
Yeni bir düzen mümkün
Neoliberal dönüşümün hız kazandığı ve aşırı piyasacı savların değişmez doğrular kabul edildiği geçmiş dönemlerde refah devletinin ve kamunun ekonomide üstlenmesi gereken aktif rolün önemi vurgulandığında bunların çağ dışı ve demode fikirler olduğu söylenebiliyordu. Oysa bugün neredeyse tüm uluslararası kuruluşlarda ve ülkelerde artan sosyal ve ekonomik eşitsizliklere karşı harekete geçilmesi gerektiği yönünde vurgular yapılıyor. 2008-2009 küresel finansal krizinden sonra başlayan yeni paradigma arayışı pandeminin etkisiyle gerek uluslararası siyasette gerekse sosyal bilimler nezdinde gündeme daha çok oturdu.
Ancak neoliberal düzenin değişebilmesi ve bununla beraber demokrasinin inşa edilebilmesi veya korunabilmesi için gücünü halk sınıflarından alan bir siyasal irade gerekiyor. Zira düzeni kuran siyasal ve ekonomik tercihlerin değişmesini sağlayacak olan budur.
Böylesi bir siyasi irade bugün çok boyutlu yıkıma yol açan neoliberal anlayışı, bu anlayışı var eden politika tercihlerini, bu tercihlerle şekillenen düzeni değiştirecek bir irade olacak. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında Türkiye’de demokrasiyi yıkan tek adam rejimi ile sosyal adaleti yok eden neoliberal düzeni değiştirecek olan şüphesiz Cumhuriyet Halk Partisi olacak.
Hedefimiz Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında neoliberal ekonomik düzenin yerine hak temelli kalkınmacı bir yeni düzeni var etmek. Hedefimiz kimlikler üzerinden ayrıştıran popülizmin yerine kucaklayıcı, tüm kimliklerin özgürce kendileri olabilmesinin güvence altına alındığı toplumsal barışı tesis etmek. Hedefimiz otoriterleşen yapıların yerine kurallı, hukukun üstünlüğünün sağlandığı, katılımcı demokratik kurumsal yapıların kurulduğu hukuk ve demokrasi düzenini kurmak. Bu hedefleri gerçekleştirmeye imkan verecek olan ise yeni bir kamucu ve halkçı ekonomik anlayıştır. Kamu yararını temel alan, toplumsal dayanışmayı merkezine alan yeni bir anlayış… Devleti “şirket gibi yönetilen” bir şahıs devletine indirgemiş olan bugünkü neoliberal zihniyetin yerine yeni kamuculuk anlayışı ile düzeni değiştirme iradesidir tanımlanan.
Hak temelli bir kalkınmanın hukuki güvencelerini sağlayacak olan hukuk devletini kurmak gerekiyor. Devletin piyasaları düzenleyici ve denetleyici rolünü seçici bir keyfilikle değil tüm yurttaşları eşitlikçi bir biçimde kapsayacak bir anlayışla üstlenmesini sağlayacak olan kurumları inşa etmek gerekiyor. Biz kuracağız.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem ile demokratik hukuk devletini inşa edeceğiz. Bütçe hakkı parlamentoda olacak, tüm üretici güçler parlamentoda kendi bütçesine sahip çıkacak. Kamunun kaynaklarının rantla yandaş zenginleştiren değil, kamu yararı gözeten bir anlayışla verimli, gelir ve istihdam yaratan yatırımlarda kullanıldığı, hep birlikte kalkındığımız bir düzeni kuracağız.
Yeni düzende devletin sosyal olma vasfını en güçlü şekilde kazanması gerekiyor. Biz hak temelli bir sosyal devleti mutlaka kuracağız. Bütün zenginliğin bir avuç imtiyazlının elinde toplandığı, halkın ise yoksulluğu paylaştırdığı bu düzeni güçlü sosyal devleti inşa ederek değiştireceğiz. Mesela, Aile Destekleri Sigortası ile ülkemizdeki tüm hanelere temel gelir güvencesi sağlayacağız. Devlet vatandaşının sigortası olacak.
Sosyal adaleti ve ekonomik verimliliği gözeten adil bir vergi politikasını hayata geçireceğiz. Dolaylı vergilere dayanan değil, daha çok kazananın daha çok vergi ödediği, vergide adaletin sosyal adaletin temelini oluşturduğu bir bütüncül sosyal politika çerçevesi uygulayacağız. Vergide adaleti kurumsallaştırmak için Ulusal Vergi Konseyi’ni kuracağız.
Kamunun üretimdeki rolünü yeniden tanımlayacağız. Kalkınmacı, üretken, yatırımcı ve girişimci devleti kuracağız. Ranta ve yağmaya açılmış alanlarda kamu zararlarını ortadan kaldıracak, halk açısından vazgeçilmez olan temel hakları gasp eden her alanda halkın olanı yine halkın yapacağız.
Stratejik sektörlerde üretimi destekleyecek, kimi alanlarda devletin üretim rolünü üstlenmesini sağlayacağız. Bunu yaparken keyfiliğe değil, neoliberal dönemde bizlere unutturulmaya çalışılan planlama kavramını yeniden devlet yönetiminin merkezine koyarak kuracağımız Strateji ve Planlama Teşkilatı’nın yol göstericiliği ile yapacağız. Dış ticaretle beraber iç talebi ve iç pazarı da önemseyen planlı bir kalkınma programını hayata geçireceğiz. Kalkınmacı ve girişimci devleti kuracağız. Teşvikler, kamu ihaleleri, ar-ge politikaları, vergiler hak temelli kalkınmayı hedefleyen kalkınmacı ve girişimci devletin yol gösterici politika araçları olacak.
Kuracağımız yeni düzende neoliberalizmin beslendiği ve beslediği “şahıs devleti ve şirket gibi yönetilen devlet” anlayışının yerine hukuk devleti olacak, sosyal devlet olacak, kalkınmacı ve girişimci üretken devlet olacak. Yeni bir kamucu anlayışla eşitlikçi, hak temelli kalkınmayı Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında mutlaka sağlayacağız!
Sonuç yerine
Yapabiliriz, yeni bir düzeni kurabiliriz. Çünkü biliyoruz ki her bir düzen, daha teknik bir ifadeyle her bir birikim rejimi siyasal ve ekonomik tercihlerle şekilleniyor. Köklü bir düzen değişikliğini mümkün kılacak ekonomik ve finansal kaynaklarımız da insan kaynağımız da ülkemizde var.
Eski düzen miadını doldurmuşken yeni, hak temelli, eşitlikçi, kalkınmacı ve demokratik bir düzeni kurmak hepimize düşüyor.
Otomotiv fabrikasında montaj hattında çalışan mavi yakalı emekçi, merdiven altında atölyelerde güvencesizliğe mahkum edilmiş tekstil emekçisi, evden freelance çalışan güvencesiz beyaz yakalı, plazalarda emeğiyle güneşi kovalayan ofis çalışanı, siparişi yetiştirmek için canını ortaya koyan motor-kurye, toprağını ekemeyen, ektiğini satamayan çiftçi, köyünü ve geleceğini ranta teslim etmemek için ağacına sıkı sıkı sarılan orman köylüsü, ömrü boyunca alın teri döküp bugün yoksullukla boğuşan emekli, barınamayan öğrenci, ataerkiye karşı hayatta kalma mücadelesi veren kadın…
Ekonomik buhrana son verecek, buhranı yaratan tek adam rejimini ve neoliberal ekonomik düzeni değiştirecek olan bizleriz, başaracağız!