Küresel konjonktür değişirken Türkiye’de borçların durumu

FAİK ÖZTRAK

Borcun tarihi aynı zamanda uygarlık tarihidir. Tarıma dayalı ilk toplumların ortaya çıkışıyla beraber, yani madeni veya kâğıt paranın icadından çok daha önce, insanlar gelişmiş bir kredi sistemiyle yaşayıp, mallarını bu yolla değiş tokuş edebilmekteydi. Bundan 5000-5500 yıl önce, tarihteki ilk yazılı metinler, felsefi bir düşünce, şiir, efsane, yasa, hatta savaş zaferinden değil; vergi ödemelerinden, borç birikiminden ve mülkiyet sahipliğinden bahseden ekonomik belgelerdi. Tarihte adı yazılmış ilk insanın peygamber, şair veya büyük bir komutan değil de, bir muhasebeci olması da bu yönüyle anlamlıdır (Harari, Y.N. s.131). Borçla beraber, borçla ilgili tartışmalar da en az 5000 yıldır süregelmektedir. Son beş bin yıl boyunca, dikkat çekici bir düzen içinde, halk ayaklanmaları hep aynı şekilde başlamıştır: borç kayıtlarının imha edilmesi töreni ile. Nitekim antik dünyada bütün devrimci hareketlerin tek programı vardır: “borçlar silinsin ve toprak yeniden dağıtılsın” (Graeber, D. s. 14-15).

Borç meselesi sadece insan ve toplum ilişkilerini değil, devletlerarasındaki ilişkileri de yönlendirip, şekillendirecek kadar önemlidir. Küreselleşmenin ilk dalgası olarak bilinen ve İngiliz emperyalizminin dünyaya hükmettiği 1850 ile 1914 arasındaki dönem, bu çerçevede oldukça öğreticidir. Açık vererek borçlanan, borçlandıkça açığını büyüten ve gitgide finans zafiyeti hastalığına tutulan ülkeler için borç konsorsiyumları kurulmuş, sonrasında ise bunlar kurumlaştırılmıştır. Zafiyetin son aşaması bu ülkelerde mali yönetimin ele geçirilmesi olmuştur (Kuruç, B. s.13).

Osmanlının yarı sömürgeleştirilmesinde de bu yöntem uygulanmış, bu nedenle Cumhuriyetimizi kuran kadrolar sadece siyasi bağımsızlığımızın değil; mali bağımsızlığımızın üzerine de titremiştir. Nitekim Lozan Barış Antlaşması müzakerelerinde en çetin mücadelelerin mali bağımsızlığımızı sağlamak için verilmesi, boşuna değildir.


Küreselleşmenin ikinci büyük dalgası ise neo-liberal paradigmanın hâkimiyetini ilan ettiği 1971 ile 2008 arasında gerçekleşmiştir. Bu dönemde sermayenin dolaşımı önündeki engeller tüm dünyada birer birer kaldırılırken, dış finansmana erişimin kolaylaşması zayıf kurumsal yapılara ve sorunlu siyasi sistemlere sahip gelişmekte olan ekonomilerdeki hükümetlerin kamu harcamalarının kısılması ve vergilerin artırılması gibi zor kararlardan kaçınabilmesine imkân sağlamıştır. “Borç müsamahasızlığı-debt intolerance” olarak tanımlanan bu sıkıntılar başta Latin Amerika olmak üzere, dünyanın pek çok farklı yerinde yeni borç krizlerini de tetiklemiştir (Arjantin-1982, 2001, Bolivya-1980, Brezilya-1983, Şili-1972, 1983, Meksika-1982, Filipinler-1983, Türkiye-1978, Mısır-1984). Ardı ardına gelen bu borç krizlerine rağmen, neo-liberal politikaların hâkimiyetini pekiştirmesiyle, özellikle 2000’lerde tüketim ve yatırım harcamaları ile gelir ve firma kârları arasındaki makas, özel kesimin hızla borçlanmasıyla kapatılmıştır. Küresel borçlar rekor üstüne rekor kırmaya başlarken, 2008-2009 küresel finans kriziyle, 2019-2020 Kovid-19 pandemisi bu borçları yeni zirvelere taşımıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişle beraber, Türkiye’de de ailelerin, şirketlerin, finansal kesimin ve devletin borçlarından oluşan toplam borcun milli gelire oranı yüzde 166,3 ile rekor seviyelere ulaşmıştır. Ülkenin yönetim sistemindeki değişiklikle birlikte ekonomi yönetiminde akıldan ve bilimden azade uygulamalar özellikle kamu borç stoku rakamlarında etkisini hissettirmeye başlamıştır.

2018’den bu yana ardı ardına yaşanan üç döviz kuru şoku (2018 Ağustos, 2020 Kasım, 2021 Aralık) ve ardından gelen yüksek enflasyon kamu borç stokunun ikiye katlanma süresini 7 çeyreğe kadar indirmiştir. Son 20 yılda böyle bir tabloyla hiç karşılaşılmamıştır. Oysa basiretli bir borç yönetiminin iki temel amacı vardır. Bunlardan ilki devletin finansman ihtiyacını ve ödeme yükümlülüklerini mümkün olan en düşük maliyetle sağlamak, diğeri ise risk seviyesini makul seviyede tutmaktır. Dolayısıyla etkin borç yönetimi borçlanma maliyetini düşük tutmanın yanı sıra, piyasa riski (en başta faiz ve kur riski), likidite riski, kredi riski ve operasyonel risk gibi borçlanma maliyetini artırabilecek ve geri ödeme koşullarını olumsuz yönde etkileyebilecek faktörlerin kontrol altında tutulmasını da gerektirir (Cangöz, s.1-2).

Elbette şu da unutulmamalıdır, etkin bir borç yönetimi, tutarlı bir makroekonomik çerçeve ve stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile beraber ekonomimiz; tüm bu hakikatlerin çok uzağına düşmüştür. Tutarlı ve basiretli bir makroekonomik strateji izlemek yerine, günü kurtarmaya yönelik finansal mühendislik tedbirleri yürürlüğe konmuştur. Bu da ekonomide öngörülebilirliği azaltıp, güvene darbe vururken, basiretli, etkin bir borç yönetiminden de hızla uzaklaşılmıştır.

Son birkaç yılda borç stokunun yapısı, piyasa risklerine daha da açık hale gelmiştir. Bu dönemde toplam borç stoku içinde dövizli borçlanmanın payı artmıştır. Ekonomi yazınında “ilk günah (original sin)” olarak tanımlanan dövizle iç borçlanmaya bu dönemde hız verilmiştir.

Yine enflasyonun hızla arttığı bir dönemde, TÜFE’ye endeksli borçlanma araçları sürekli yeniden ihraç edilerek, yüksek enflasyonun sebep olduğu riskler kamunun ve elbette sonraki kuşakların sırtına yüklenmeye başlamıştır.
Gelecek kuşakların gelirlerine ipotek koyan uygulamalar bununla da sınırlı değildir. Bütçede doğrudan görünmeyen koşullu yükümlülükler kamu mali yönetimi açısından büyük bir risk unsuru haline gelmiştir. “Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ)” denerek şeffaf olmayan yöntemlerle yapılan projelerle olağanüstü maliyetler gelecek kuşakların üzerine bırakılmıştır.

Havalimanı, ulaştırma, şehir hastanelerine yönelik KÖİ projeleri ve Akkuyu Nükleer Santrali için dövizle verilen gelir garantilerinin kamuya, 2045 yılına kadar, 152,8 milyar dolar yük getireceği anlaşılmaktadır (Cangöz, Emek ve Karaca, s.130-131). Son dönemde izlenen hatalı politika ve uygulamalar neticesinde bu borçlanma tercihlerinin milletimize maliyeti giderek artmaktadır. Nitekim “Faiz sebep, enflasyon netice” şeklinde özetlenen kerameti kendinden menkul bir düşüncenin uygulaması, sadece döviz kurları ve enflasyonu azdırmakla kalmamış, iç borç faiz ödemelerinin de sıçramasına neden olmuştur. Öyle ki iç borcun ileride ödenecek faizi, iç borcun anaparasını aşmıştır. Bu, tarihimizde ilk kez karşılaştığımız bir durumdur. Keza, Türk lirasının değerindeki erime ve enflasyondaki hızlı artış, 2022 Bütçe dengelerine de yansımıştır. Daha 2022 yılının yarısı tamamlanmadan, ek bütçe ihtiyacı doğmuştur. 2022’de toplam faiz ödeneğinin, 89,4 milyar lira ilaveyle, 329,8 milyar liraya çıkarılması teklif edilmiştir. Bu 2022’de bütçe faiz ödemelerinde, bir önceki yıla göre, yüzde 82 gibi rekor bir artış anlamına gelmektedir.

Türkiye ekonomisinin borç dinamiklerinin hızla bozulduğu son dönemde, küresel merkez bankaları da faiz artırımlarına başlamıştır. Kovid-19 salgını ve ardından gelen Rusya-Ukrayna savaşı küresel enflasyonu tetikleyerek, tüm dünyada borcun milli gelire oranını törpülemeye başlamış olsa da, küresel merkez bankalarının beklenenin ötesinde bir hızla faiz artırımlarına başlaması, borçların nasıl çevrileceği kaygılarını yeniden artırmıştır. Dış finansman maliyetlerinin arttığı, gelişmekte olan ülkelere dönük risk iştahının azaldığı bu yeni küresel konjonktürde, Türkiye ekonomisinde borçların nasıl ve hangi maliyetle çevrileceği meselesi daha da önemli hale gelmektedir.

Hal böyle iken ülkemizin önümüzdeki bir yılda dış finansman ihtiyacı giderek artmaktadır. Nitekim vadesi bir yıl içinde dolacak dış borçların miktarı 182 milyar dolar ile rekor kırarken, finanse edilmesi gereken dış açık da artış eğilimindedir. Türkiye ekonomisi hızla bir yol ayrımına doğru ilerlemektedir. Ekonomimizin yeni bir “kur” ve “faiz” şoku yaşamaya tahammülü kalmamıştır. Bu nedenle küresel ekonomideki eğilimleri de dikkate alan, “tutarlı, ciddi bir ekonomik programa” acilen ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak Türkiye, yeni bir seçimin arifesindedir. Mevcut siyasi iktidar kadrolarının seçim öncesi tutum değiştirmesini ve gerçekçi, akılcı politikalara avdet etmelerini beklemek elbette gerçekçi değildir. Aksine seçim sürecine girilmişken, alınacak her anlık tedbir, yeni gelecek siyasi iktidarın yüzleşeceği yükü daha da ağırlaştıracaktır.

Doğru tedavi ancak doğru teşhisle mümkün olabilir. İşte bu nedenle altılı masa önümüzdeki dönemde iktidara geldiğinde, ilk icraatlarından birisinin “Durum ve Hasar Tespit Komitesi” kurmak olacağını açıklamıştır. Başta koşullu yükümlülüklerin gerçek boyutu, KÖİ uygulamaları, Türkiye Varlık Fonu gibi paralel bütçe ve hazine uygulamaları incelenecek, yükümlülüklerin gerçek boyutu tespit edilecektir.

Hemen ardından da bu ağır yükü milletin omuzundan alacak gerçekçi, akılcı politikalar uygulamaya konacaktır. Tıpkı Cumhuriyetimizin kurucu babalarının üzerine titrediği gibi “sağlam para” ve “sağlam maliye” yeni dönemin de en önemli düsturu olacaktır.

KAYNAKÇA

Cangöz, M. Coşkun, 2019, “Borç Yönetiminin Kurumsal Yapısı: Nereye Gidiyoruz?”, TEPAV, Değerlendirme Notu

Cangöz, M. Coşkun, Emek Uğur, Karaca Nurhan U., 2021, “Türkiye’de Kamu-Özel İşbirliği Modeli Uygulaması: Etkin Risk Paylaşımına Yönelik Bir Model Önerisi”, TEPAV Elektronik Yayınları No:1
Graeber, David. 2015, “Borç, İlk 5,000 Yıl”, Türkçesi: Muammer Pehlivan, Everest Yayınları, 1. Baskı

Harari, Yuval Noah, 2015, “Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi”, Türkçesi: Ertuğrul Genç, Kolektif Kitap, 45. Baskı.

Kuruç, Bilsay, 2011, “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Büyük Devletler ve Türkiye”, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1. Baskı.

Reinhart, Carmen M., Rogoff, Kenneth S., 2009, “This Time is Different: Eight Centruies of Financial Folly”, Princeton University Press

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: