Vergi ve demokrasi

BURHAN ŞENATALAR

Günümüz toplumları ile ilgili olarak düşünecek olursak, vergi ile demokrasi arasındaki ilişki konusunda çok fazla yayın ve tartışma olduğunu söylemek zordur. Kuşkusuz zaman zaman çeşitli ülkelerde yeni konan ya da oranları yükseltilen vergilerle ilgili olarak toplumsal tepkilere, protestolara, günler süren yürüyüşlere raslamak mümkündür. Son olarak Macaristan’daki kitlesel tepki bu türden bir örnektir. Birkaç yıl önce Türkiye’de birdenbire yasalaşan Değerli Konut Vergisi’ne gösterilen tepki sonucunda yasada hızla belirli değişiklikler yapılmıştı.

Bu örneklere karşın, Türkçe’de ve Batı dillerinde vergi ile ilgili literatüre baktığımızda konunun öncelikle iki bilim dalı çerçevesinde ele alındığını görürüz. Bunlardan biri iktisat, diğeri hukuktur. Hatta vergi hukukunun iktisata göre daha da geniş bir alanı kapladığını söylemek mümkündür; bunun en önemli nedenleri, vergi alanına ilişkin mevzuatın çok kapsamlı ve konunun önemli ölçüde uygulama ağırlıklı olması, ayrıca zaman içinde önemli değişiklikler geçirmesidir. Ekonomik analiz ise, daha teorik ve tekniktir ve daha çok akademik çevrelerin ilgi alanındadır. Kuşkusuz bu alanda da ampirik çalışmalar (özellikle gelişmiş Batı ülkelerinde) zaman içinde artmıştır, ancak geniş toplum kesimlerinin ilgi alanının uzağındadır.

Vergi konusuyla iktisat ve hukuk dışında siyaset biliminin, tarihin, sosyolojinin, hatta psikolojinin de bağlantısı olduğu açıktır. Fakat bu bilim dallarında vergi konusuna gösterilen ilgi her zaman çok sınırlı olmuştur. Öte yandan, vergi ile demokrasi ilişkisi vergiyle ilgili iktisat ve hukuk kitaplarında hemen hemen hiç yer almamıştır. Halbuki vergi sisteminin doğuşu, gelişmesi, kapsamı, uygulanış biçimi ve sonuçları daha geniş bir sistem içinde belirlenmektedir.

Vergi ve demokrasi ilişkisine geçmeden vergi sistemi kavramına açıklık getirmekte yarar bulunmaktadır. Vergi sistemi kavramı bu yazıda tüm vergileri, aynı zamanda öncelikle sosyal güvenlik kesintilerini, ayrıca harç, resim gibi devlet gelirlerini de içeren bir kapsamda kullanılmaktadır. Dolayısıyla vergi sistemi dendiğinde, anılan devlet gelirlerinin oluşturduğu bir bütün kastedilmektedir. Vergiler bu bütünün en büyük bölümünü oluşturmakta ve kendi içinde de temelde dolaysız ve dolaylı vergiler olarak ayrılmaktadır. Her iki grup da kendi içinde çok sayıda farklı vergi türünü kapsamaktadır. Vergi sistemi kavramı tüm bu vergi türlerinin konularını, yükümlülerini, istisna ve muaflıklarını, tarifelerini, yükümlülerin suç ve kusurlarını, cezalarını vb. Içermektedir.

Böyle bir sistem kuşkusuz tarihsel bir süreç içinde ortaya çıkmıştır. Örneğin ABD’de federal gelir vergisi 1913’te kabul edilmiştir. Türkiye’de de modern gelir vergisi ve kurumlar vergisi 1950’de uygulanmaya başlamıştır. Katma değer vergisinin uygulamaya girmesi de 1985’te olmuştur. Her ülkenin vergi sistemi o ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel (ideolojik de diyebiliriz) koşullarına göre oluşmuş ve gelişmiştir. Bir başka deyişle, vergi sisteminin bütün ayrıntılarıyla doğuşu, gelişmesi, zaman zaman tıkanması ya da reform denecek ölçüde yenilenmesi, hep ekonomik-sosyal-politik-ideolojik değişkenlerin bir arada, ama değişik derecelerde etkili olduğu bir sürecin ürünüdür.

Ekonomik değişkenlere örnek olarak başta geliş(me)mişlik düzeyi, kapitalist ilişkilere hangi derecede geçilmiş olduğu, ortalama işletme ve firma büyüklüğü, tarım ve tarım dışı sektörlerin genişliği, kayıtdışı ekonominin boyutları gibi veriler sayılabilir. Sosyal değişkenler arasında kentleşme derecesi, eğitim düzeyi, yazılı kayıt tutma ve iletişim alışkanlığı, örgütlenme deneyimi gibi özellikleri sayabiliriz. Politik belirleyiciler ise, çok partili parlamenter sistem ya da tek parti rejimi, hatta tek adam rejimi gibi bir genel çerçevenin varlığı, hukukun üstünlüğü ile yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin var olup olmaması, yargının bağımsız ve tarafsız işleyip işlemediği, güçlü bir vergi idaresinin ve vergi denetiminin olup olmaması gibi temel hususlardır. İdeolojik boyut ise, toplumda vergiler, devlet harcamaları ve devletin ekonomideki rolü gibi konularda toplumda egemen olan düşünce biçimlerini içermektedir. Aynı çerçevede toplumun devlete güveni, yurttaşların kendi aralarındaki güven duygusu, yurttaşların hak ve sorumlulukları hakkındaki inançları ve bilinç düzeyleri de önem taşır.

Aşağıdaki satırlarda vergi ve demokrasi konusunun özüne girmeden önce, bir de vergilerin işlevleri konusuna kısaca değinmekte yarar vardır. Genellikle vergilerin dört işlevinden söz edilir. Birincisi, devlet hizmetleri için gelir sağlama (mali amaç); ikincisi, kaynakların sektörler ve bölgeler arası dağılımını etkilemek, tasarruf-yatırım-dışsatım-istihdam gibi önemli hedeflere ulaşılması için özendirici etki yapmak, enflasyonu yavaşlatmak-geriletmek veya ekonomiyi durgunluktan çıkarmak amacıyla vergilerden yararlanmak vb. (ekonomik amaç); üçüncüsü, toplumdaki gelir ve servet eşitsizliğini azaltıcı etki yaratmak (sosyal amaç); dördüncüsü, belirli kesimlere sunulan destek ve avantajlar sonucunda oy desteği sağlamak (politik amaç).

Sayılan dört amacın da siyasetle ilişkisi vardır. Ancak siyasetle ilişkinin en yoğun olduğu amaç sosyal amaçtır. Çünkü gelir ve servet eşitsizliğini azaltmak amacının anlamı, yüksek gelirlilerin vergi yükünü diğer gruplara göre daha büyük oranda kılmaktır. Gelir dağılımını düzeltmenin gerekli koşulu ve öncelikli adımı budur; eğer gelir dağılımını düzeltmek, yoksulluğu azaltmak istiyorsanız, birinci adım eşitsizliği azaltacak bir vergi politikasıdır.

Daha açık bir ifadeyle, vergi öncesi gelir dağılımı ile vergi sonrası gelir dağılımı arasında eşitsizlik belirgin bir ölçüde azalmalıdır. Ne var ki, bu tür bir politikanın ikinci adımı da birinci adım kadar gereklidir. O da özellikle sosyal güvenlik, eğitim, sağlık, konut , altyapı harcamalarının artırılması anlamına gelir. Kısa bir ifadeyle, yoksulluğu ve eşitsizliği azaltıcı politika hem gelir, hem harcama ayaklarına gereksinim göstermektedir. Kuşkusuz bu amaca yönelik bir politikanın araçları sadece kamu gelirleri ve harcamaları ile sınırlı değildir. Bu yazıda yalnızca vergi yönünü ele almak istediğimizden, bu noktadan itibaren vergi ve demokrasi ilişkisini irdelemeye geçebiliriz.

Özellikle sosyal amaçlı vergi önlemlerinde ciddi bir çıkar çatışması ile karşı karşıya olduğumuz açıktır. Bu çatışma çok şematik bir biçimde ifade edilecek olursa, toplumun çok yüksek gelirli küçük azınlığı ile düşük gelirli çoğunluğu (büyük sermaye sahipliği ile temelde emeği ile geçinenler ) arasındadır.

Bu çatışma bazen kapsamlı bir vergi reformu taslağı üzerinden, bazen de sadece gelir vergisi gibi bir verginin tarife değişikliği üzerinde yaşanır. Bu gibi konularda tartışma sadece sözünü ettiğimiz iki kesim arasında yaşanmaz; medya ve akademi mensupları ile kitle partileri de bu tartışmada taraf olurlar. Özellikle büyük sermaye sahipleri ve yandaşları kendi çıkarlarını savunurken ekonominin ve ülkenin yararını savunduklarını ileri sürerler. Örneğin yüksek gelirlerden daha yüksek oranda vergi alınmasını sağlayacak bir artan oranlı tarifeye karşı, bunun tasarrufları ve yatırımları engelleyeceğini, dolayısıyla büyüme hızının düşeceğini iddia ederler. Halbuki özellikle belirli gelişmiş ülkelerde uygulanan vergi indirimlerini ele alan ampirik çalışmalar böyle bir sonucun otomatik olarak doğmadığını kanıtlamıştır. Hatta söz konusu iddianın aksine yatırım kararlarının alınabilmesi için, ekonomide öncelikle mevcut sermaye kapasitesinin artırılmasını gerektirecek bir talebin olması gerekir. Belli durumlarda gelir dağılımını düzeltici bir politika, marjinal tüketim eğilimi daha yüksek olan düşük gelirli katmanlara öncelik verdiği için, toplam talebin artmasına ve o nedenle yeni yatırımlara gereksinim doğmasına neden olabilir.

Yüksek gelirlilerin vergisini artıracak önlemlere karşı yaygın biçimde ileri sürülen bir tez de, büyüme hızı yükseldiği takdirde, bu büyümeden düşük gelirlilerin de normal olarak pay alacağı iddiası olmuştur. Kökten piyasacı-sermaye yanlısı (neo-liberal) rüzgarın güçlü estiği yıllarda çok kullanılan bu tez de somut gelişmeler ışığında aşınmış ve etkisini yitirmiştir. Örnek olarak verdiğimiz tezler ve benzerleri, teknik olarak pek güçlü olmasalar da, belirli akademik çevrelerce de desteklenmiş ve çeşitli ülkelerde uygulanan politikalara destek sağlamıştır. 1980’lerde ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher bu tezlerin yaşama geçirilmesini sağlamışlardır. Daha yakın geçmişte ABD’de Trump bu tezlerin en şiddetli savunucusu olmuştur. Bu satırların yazıldığı günlerde İngiliz Muhafazakar Parti’sinin yeni lideri olması beklenen Liz Truss da önemli vergi indirimleri vaad etmektedir. Verilen örneklerde vergi indirimi ile kastedilen daha çok sermaye üzerindeki vergilerin düşürülmesidir, (arada düşük ve orta gelirliler için bazı avantajlar olsa da).

1980 sonrası dönemde ortaya çıkan kökten piyasacı rüzgardan önce de vergilere bakış açısı ülkeler arasında önemli farklar gösteriyordu. Bu konuda en temel göstergelerden biri toplam vergi gelirinin gayrısafi yurtiçi hasılaya oranıdır. Bu oran İskandinav ülkeleri ve bazı Avrupa ülkelerine göre ABD, Japonya, Avustralya gibi ülkelerde daima daha düşük olmuştur. Çoğu ülkede bu oran neo-liberal rüzgara karşın ciddi bir azalma göstermemiştir. Bunun en önemli nedeni de kamu harcamalarının alışılmış, kurumlaşmış ögelerini (toplumdan gelecek tepkiler nedeniyle) geriletmenin zor olmasıdır. OECD’nin 2019 yılına ait verilerine göre söz konusu oran Danimarka, İsveç ve Fransa’da sırasıyla %46.6 , %42.8 , %44.9 iken, ABD, Japonya, Avustralya’da bu oran çok daha düşüktür. Tüm OECD ülkelerinin ortalaması %33.4’tür.Toplam vergi vergileriyle ilgili oranda ciddi düşüş eğilimi görülmemesine karşın, ayrıntılara girildiği zaman vergi yükünün sosyal sınıflar arasında paylaşımı açısından eşitsizliğin arttığı görülmektedir. Bu konudaki en çarpıcı örnek, gelir vergisi tarifesinde yüksek gelirliler için uygulanan oranların sürekli olarak daha aşağıya çekilmesidir. Gelir vergisi tarifesi ülkelerin büyük çoğunluğunda artan oranlı bir tarife olduğundan, tarifenin en üst dilimindeki oran gelirin belli bir sınırı aşan bölümüne uygulanan orandır. Özellikle 1980 öncesi ile yapılacak bir karşılaştırma bu orandaki gerilemeyi çok net ortaya koyar. OECD’nin 2020 verilerine göre tarifenin en yüksek marjinal oranı sadece Japonya, Danimarka ve Fransa’da %55’in üzerinde olup, çoğu ülkede %40-50 arasındadır.
Yüksek gelirlilerin yararlandığı avantajlar kuşkusuz sadece gelir vergisi tarifesinin yumuşatılması ile sınırlı değildir. Tanınan istisnalar ve mevzuattaki boşluklar da vergi yükünün azaltılmasını mümkün kılmaktadır. Özellikle ABD’nin en zengin kişilerinin (Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg vb.)ödedikleri verginin gelirlerine oranı ortalama ücretlinin ödediği verginin oranının hayli altında kalmaktadır. Büyük şirketler de transfer fiyatlaması yaparak vergi tutarını azaltma yöntemine başvurmaktadırlar.

Özellikle gelir vergisi üzerinde durmamızın nedeni tüm vergi türleri arasında eşitsizlikle mücadele açısından en büyük önemi taşıyan vergi olmasıdır. Dolaylı vergilerin niteliği ise gelir eşitsizliği ile mücadelede etkili olmalarına olanak vermemekte, çoğu kez bu vergilerin yükü yüksek gelirlilerde daha hafif olmaktadır. En üst gelir sahibi olan kişiler hemen hemen her zaman büyük servet sahibi olduklarından, onlardan ciddi bir servet vergisi alınması da eşitsizlikle mücadele açısından önem taşır.

Ancak servet vergisi genellikle gelir vergisinden daha fazla tepkiyle karşılaşır. Servet ögesi olan arazi, bina, taşıt gibi varlıklardan alınan vergiler kısmi servet vergisi niteliğindedir. Tüm servetin toplam değeri üzerinden alınacak bir vergi pek az ülkede uygulanmaktadır. ABD’de son başkanlık seçiminde aday adayı olan Bernie Sanders ve Elizabeth Warren servet vergisi önerisi getirmişlerdi. Öneriye göre 50 milyon doların üzerinde olan servetten yıllık %2 oranında, 1 milyar doların üzerindeki servetten de %3 vergi alınması öngörülüyordu. Bu iki adaydan biri seçilseydi, böyle bir öneri parlamentodan geçebilir miydi, şüphelidir. Çünkü büyük sermayenin etkisi yanında Amerikan toplumunun önemli bir bölümünün kapitalizme inancı ve devlete karşı derin kuşkuları da tarihsel bir olgu.

Bu noktaya kadar vergilerle ilgili olarak bazı süreçler ve bazı kısıtlar üzerinde durduk. Sona yaklaşırken vergi ve demokrasi ilişkisine odaklanmakta yarar olacak. Vergi konusu sosyal kesimler arasında çıkar çatışmasının sıkça görüldüğü bir alan. Ancak bu alan çok fazla ayrıntıları olan, çok karmaşık bir alan. Bir asgari ücret mücadelesi gibi çok net görülemiyor. Ortalama yurttaşın konuya hakim olması ve somut talepler oluşturması çoğu zaman hayli zor. Öte yandan sermaye kesiminin koşulları daha uygun. Özellikle büyük sermayenin vergiyle ilgili yasal süreçleri etkileme şansı çok daha yüksek, çünkü uzmanlardan yararlanmak, somut talepleri ayrıntılı olarak oluşturmak, medyada yer bulmasını sağlamak, siyasetin finansmanı açısından önceden kurulmuş bağları kullanmak, lobi yapmak için özel kadrolardan yararlanmak, taleplerini seçmen kitlesini etkileyecek şekilde formüle etmek vb. Tüm bunlar örgütsüz yurttaşlar için olanaksız. Örgütlü güç olarak ise, öncelikle akla gelecek olan sendikaların da 1980’lerden bu yana güçlerinde önemli bir aşınma olduğu da bir gerçek. Bu aşınma da bir yandan dijital devrim, küreselleşme gibi süreçlerin sonucu, bir yandan da büyük sermayenin ideolojik çabalarının bir sonucu.

Vergi ve demokrasi ilişkisi günümüzde demokraside yaşanan zaaflar ve sorunlardan fazlasıyla etkileniyor. Demokrasinin sınırları, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan kesimlerin bilgi edinme ve örgütlenme olanaklarını da sınırlıyor. Adil bir vergi sistemine ve adil gelir dağılımına daha yaklaşmış olan ülkeler, çoğulcu, katılımcı demokraside yol almış ve siyaset yapma süreçleriyle geniş toplum kesimlerinin gereksinimlerine çözüm üretebilen ülkeler olarak dikkat çekiyorlar.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: