Günümüzde Toplumsal Mücadelenin En Önemli Halkası, Basın Özgürlüğüdür!

Günümüzde toplumların gelişme düzeyleri analiz edilirken başta ekonomik kriterler olmak üzere birçok kriter kullanılmaktadır; ‘kişi başına düşen gelir’, ‘kitap okuma oranı’, ‘belli gıdaları tüketme miktarı’ vb.
Bu kriterlerin, ölçülmek istenen konuyla ilgili belli anlamlılıkları olmakla birlikte zamanla görülmüştür ki toplumların gelişmişlik düzeyinin ve birlikte yaşama kültürünün en önemli kriteri ve tutkalı, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’nün kullanımıdır. Özellikle ‘Batı’ tanımıyla genelleştirilen Avrupa ülkelerinin eksen olduğu bu göstergenin çıtası, hem kültürel hem ekonomik hem de bireysel gelişimin temelidir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze birçok alanda ilerleme sağlamakla birlikte düşünce ve ifade özgürlüğü alanında hep inişli çıkışlı, son dönemde de hep iniş seyrinde bir grafik çizmektedir. Bunun sosyolojik (din, gelenek) birçok nedeni olmakla birlikte siyasal etkiyi başa koymak kaçınılmaz bir gerçektir. Emek karşıtı, merkezi-otoriter, akılcılığı dışlayan ve üretimi birlikte tüketim temeline indirgememiş siyasal anlayışlar, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı’na karşı da yok sayıcı bir tutum takınmıştır. Bu anlayış üzerine bina edilmiş bir sisteme yerleşen AKP de, 20 yıla yaklaşan iktidarı boyunca ‘kendisinden olanlar’ dışında her türlü düşüncenin ifadesi ve hak arayışını, faşist yönetimlerde olduğu gibi bastırmayı varlık nedeni addetmiştir. Geçen sürede aralarında daha çocuk yaştakilerin de olduğu birçok vatandaş öldürülmüş, yaralanmış; sadece bir mitinge katıldığı, slogan attığı, afiş astığı için haksız yere cezaevine konulmuş, hayatları karartılmaya çalışılmış, bazıları hayatlarına kıymak zorunda bırakılmıştır. Bu dönem, düşünce ve ifade özgürlüğünün katledildiği bir dönem olmanın yanı sıra katledenlerin korunduğu, ‘kamu görevi’ adı altında işlenen suçlara dokunulmazlıkların sağlandığı bir dönemdir. Çeşitli yasal düzenlemelerle de düşünmeyen, sormayan, sorgulamayan, itiraz etmeyen bir toplum modeli kurulmak istenmiştir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün somutlaştığı mesleklerin başında gelen gazetecilik de AKP iktidarları döneminde, kendisinden önceki süreçlerin çok ilerisinde saldırı ve işgale uğramış; kimliksizleştirilmiş, içeriksizleştirilmiştir. 21 yüzyılda önemi, etkisi ve iş çevreleri için ‘çok kazançlı’ bir hale gelen basın-yayın faaliyeti iktidarların neredeyse varlıklarını da dayadığı temel araçlardan biri olarak görülmüş; algıları yönlendirme ve oluşturmak için kontrol altında tutulması gereken bir yapıya çevrilmek istenmiştir. Basın-yayın kurumları bu doğrultuda adeta iktidarların sözcülüğü görevini üstlenir hale sokulmuş; sermaye gruplarının tamamen kontrole alınması ve iktidar-sermaye ilişkilerinin iç içeliğiyle istenen amaçlara ulaşılmıştır. AKP iktidarları döneminde bu iç içelik gizli saklı değil aleni yapılır hale gelmiştir. İktidarın yanında olduğunu, seçim sonuçlarını birlikte balkonlara çıkarak kutlayanlar gazete, televizyon sahibi olmuştur.
Hem bireysel hem toplumsal hem de uluslararası boyutta çıkar çatışmalarının yoğunlaştığı; dayanışmanın azaldığı, eşitlik ve özgürlük temelinde toplumsal birlikteliklerin erozyona uğradığı günümüzde, gazetecilik daha da önemli bir konuma gelmiştir. İletişim teknolojilerinde son otuz yılda yaşanan hızlı ve kapsayıcı gelişmelerle birlikte enformasyon, insanların kararlarını oluşturma sürecinde en önemli etken olmaya başlamış, sürü psikolojisi davranışı yaygınlaşmıştır. Bu nedenle haberleşme ağları ve haber kuruluşları, çıkar çatışmalarının aracı haline getirilmek istenmiş ve büyük oranda dönüştürülmüştür. Halkın doğruları öğrenme hakkı çerçevesinde halk adına, başta siyasi iktidarlar olmak üzere güç odaklarını denetleme görevini üstlenen haber kuruluşları, bu sorumluluğu unutturularak düşünce ve fikir özgürlüğü karşıtı, şoven, emek sömürüsüne dayalı, devletin manipülasyon aygıtı haline getirilmiştir. Gelinen aşama, bir habercilik sorunu olmanın fersah fersah ötesine geçmiştir.
Süreç göstermiştir ki bir ülkenin yazılı ve görsel basını ne kadar sermayeye, dolayısıyla da iktidarın kontrolüne girmişse; ‘kamuoyunun doğru haber alma hakkı’, olaylara tarafların görüşlerinin olabildiğince eşit yansıması temelli ‘tarafsızlık ilkesi’, her türlü ayrımcılığa ve kışkırtıcılığa karşıtlık gibi ‘temel insan hakları üzerinden yayıncılık’ anlayışı o kadar ortadan kalkmıştır. İktidar ve iktidara dayalı güç odakları bu etik kuralları ne kadar yok etmeye çalışsa da hem mesleğin gereği hem de onurlu bir yaşam için çıkan gazeteler, yazan gazeteciler ve onların örgütleri de her zaman direnmiş ve var olmuştur.
Tüm yaşadığımız olaylar, ne suçluların suç işleyip ardından suçlarını gizlemeye çalışmaktan ne de gazetecilerin bunları ortaya çıkarmaktan vazgeçeceğini net olarak göstermektedir. Çıkarları uğruna yasaları tanımayan, hatta zamanı geldiğinde delik deşik edenler, bir gün mutlaka gazetecilerin halk adına kurduğu ağa takılacaktır.
Bir yandan siyasi iktidar ve uzantısı konumundaki kamu kuruluşları diğer yandan basın patronlarının kar hırsıyla yok edilmek istenen haber yapma ve haber alma hakkı, dün olduğu gibi yarın da toplumsal mücadele tarihinin en önemli parçalarından biri olacaktır. Bu mücadeleyi hem meslektaşlarımız hem de doğruları öğrenmek isteyenler yan yana yürütmeye devam edecektir.