Biden’ın Dış Politikasını Anlamak

YUNUS EMRE ERDÖLEN

Türkiye-ABD ilişkileri özellikle ikili ilişkilerin akıbetinin en çok gündemde olduğu bugünlerde S-400, Doğu Akdeniz, Suriye, Halkbank Davası gibi konu başlıkları kapsamındaki gelişmelerin, açıklamaların yorumlanması ve bu konulardaki çoğunlukla teknik hususların irdelenmesi ile gündeme getiriliyor. Bu gündem sırasında özellikle ABD’nin 46. Başkanı Joe Biden’in dış politikasının genel ilkeleri, ABD’nin iç dinamikleri göz ardı ediliyor ve bu nedenle ABD’nin konumunu, yaşanacak gelişmelerde hangi tezleri hangi temellere dayanarak ileri sürebileceğini tahmin etmek de gittikçe zorlaşıyor.

Bu yazının amacı, Türkiye-ABD ilişkilerinin somut ve güncel meselelerine değinmekten öte Joe Biden’in dış politikasını ABD iç dinamikleriyle birlikte değerlendirmek ve mevcut dış politikasının önceliklerini somutlaştırmaktır. Böylece ekonomik ve siyasi açıdan ülkemiz için büyük bir öneme sahip Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği konusunda politika üreticilerine, kamuoyu figürlerine ve bu konu hakkında fikir yürütenlere daha somut, öngörülebilir bir Biden yönetimi sunulabilecek, bu vesileyle de Türkiye’nin ABD’ye yönelik politikalarını daha rasyonel, güncel ve somut verilere uygun, karşı tarafı öngörebilen bir anlayışla oluşturması için bir tartışma zemini yaratılmasına ufak da olsa bir katkı sunulacaktır.

Joe Biden’in “Amerika Geri Döndü” Söylemi Ne İfade Ediyor?

Joe Biden, Donald J. Trump’tan önceki dönemlere nazaran oldukça içe kapanık bir ABD dış politikası devraldı. Trump, özellikle “Öncelikle Amerika” politikasıyla uluslararası meselelerle ilgilenmeyen, öncelik olarak kendi iç sorunlarıyla ilgilenen bir ABD tasarladı. Suriye ve Afganistan’dan çekilme, Rusya ile sert bir mücadele içerisinde olmama, NATO ittifakını sarsan açıklamalar yapma gibi ABD müesses nizamının, merkez Cumhuriyetçi ve Demokrat kanat siyasetçilerinin tepkisini çeken birçok karara imza atan Trump, ABD’nin alışılmış müttefikleri olan Almanya, Fransa, Kanada ve NATO ittifakına mensup Japonya, Güney Kore gibi ülkelerle olan iş birliğine seleflerine nazaran daha az önem verdi, ikili ilişkileri oldukça sarstı. Trump, sadece Batı ittifakını sarsan açıklamalar yapmadı, aynı zamanda uluslararası örgütlere ve uluslararası hukuka da seleflerine nazaran daha az önem atfetti, Dünya Sağlık Örgütü’nden çıkma sürecini başlattı, Paris İklim Andlaşması’ndan çekildiğini açıkladı.

Aslında Biden’in “Amerika Geri Döndü” söylemi de tamamen Trump dönemi dış politikasına bir yanıt teşkil etmektedir. Biden’in başkan seçildikten sonra dış politika ekibini tanıtırken Almanya Şansölyesi Merkel ile görüntülerini kullanması, Avrupalı liderlerle görüşmelerinde “Amerika tekrardan masada” ifadelerini sarf etmesi de bu söylemin ve Trump dönemi ABD dış politikasına yönelik tepkinin bir parçası. Biden’in tekrar masaya döndüğünü belirttiği ABD, uluslararası örgütlerde tekrar aktif olmayı, Avrupa ve NATO kapsamında kurulan Batı ittifakına önem vermeyi, dünyada yaşanan gelişmeler günün sonunda ABD’yi etkileyeceği için bu meselelere yönelik erken politika üretmeyi, bu meselelerle ilgilenip içe kapanmamayı, liberal demokrasiye sahip ülkelerle ilişkileri pekiştirmeyi amaçlayan bir Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Bu kapsamda Biden seçilir seçilmez Avrupalı ve NATO üyesi müttefikleri aradı, Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilme sürecini durdurdu, Paris İklim Andlaşması’na geri dönüleceğini açıkladı.

ABD Geri Döndü, Fakat Ne Kadar?

Trump, ABD’nin özellikle Irak, Afganistan’da bitmeyen savaşlara müdahil olması, Ortadoğu’da yaşanan her gelişmeye yönelik politika üretmesi, her sorunun aktif bir öznesi haline gelmesine yönelik oluşan tepkileri gündeme getiren, özellikle yurtdışında harcanan insan ve ekonomik kaynağının ABD iç sorunları için kullanılması gerektiğini dile getiren bir siyaseti temsil ediyordu. Trump her ne kadar 2020 seçimlerini kaybetse de ABD’nin Bush-Obama dönemine nazaran küresel sorunlara daha az müdahil olması gerektiğine dair inanç ülkede oldukça pekişti, uluslararası müdahalelere yönelik destek azaldı. ABD her ne kadar masaya geri dönse de bu geri dönüşün de kendi içerisinde belirli sınırları bulunmakta.

Bu nedenle, Joe Biden, Trump’ın Afganistan’dan geri çekilme kararını uygulamaya devam etti, askeri müdahalelerin ancak kısa süreli, sonuç odaklı, halkın aydınlatılmış onamının alınarak ve son çare olarak uygulanacağını belirtmek, özellikle kendisinin iç politikada “müdahaleci başkan” olarak algılanmamasına neden olacak hamlelerden kaçınmak zorunda kaldı ve özellikle 2022 araseçimleri, Trump’ın aktif siyaseti terk etmemesi, 2024 seçim sürecinin erken başlayacak olması gibi nedenlerden ötürü de zorunda kalmaya devam edecek.

ABD’nin Önceliği Artık Ortadoğu Değil

ABD’nin önceliği Bush-Obama döneminin aksine artık Ortadoğu değil. Biden, çoğu göreve gelen başkanın aksine Suriye, Irak, Filistin-İsrail konusunda herhangi somut, detaylı plana sahip değil. Biden’in ilk günlerinde gerçekleştirdiği görüşmeler de önceliğin Ortadoğu olmadığını gözler önüne seriyor. Biden yönetiminin açıkladığı Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde dış politika önceliği olarak karşımıza Güney Asya çıkmaktadır. Bu belgede, Ortadoğu’dan oldukça az bahsedilirken, Çin’den toplam 15 kez bahsedilmekte ve ABD’nin en büyük rakibinin Çin olduğu, dış politika önceliğinin de Çin’in uluslararası arenada artan etkinliği ile mücadele olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda Biden yönetimi Güney Asya’da liberal demokrasiye sahip ülkeler ile yakın ilişkileri pekiştirmeyi amaçlamakta ve bu ülkelerle artacak iş birliği neticesinde Çin’i çevrelemeyi öncelik olarak benimsemektedir. Biden’in Beyaz Saray’da fiziki olarak ağırladığı ilk liderlerin Güney Kore ve Japonya liderleri olması, Singapur, Yeni Zelanda, Avustralya, Hindistan ile ilişkilerin özellikle vurgulanması da Çin ile rekabetin öncelik olarak belirlenmesi hususunu somutlayan gelişmeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Biden’in özellikle Ortadoğu kapsamındaki belki de tek önceliği İran ile yürütülen nükleer müzakereler olarak şekillenmekte, bunun dışında yaşanan gelişmelere yönelik Biden yönetimi somut planlar ve içerikler sunmamaktadır.

Dış Politika ve Demokrasi Vurgusu

Biden yönetiminin önceliklerinin sıralandığı ve somut hedeflerin belirtildiği Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde en çok kullanılan kelime Demokrasi olarak karşımıza çıkmaktadır. Demokrasi kelimesi ve bu kelimeden türeyen sözcükler toplamda 47 kez belgede kullanılmış ve Biden’in dış politikasının temel önceliğinin demokratik ülkelerle yapılacak ittifaklara öncelik verilmesi olduğu vurgulanmıştır. Biden yönetimi özellikle dünyada demokratik rejimlerin güçlenmesi, ülkelerdeki demokratik olmayan gelişmeler ABD’yi doğrudan etkilemese bile bu konular nezdinde uyarılar, yaptırımlar ve politika önerilerinin geliştirilmesi gerektiğini ileri sürmekte ve özellikle ABD’nin demokratik rejim olarak kabul etmediği Çin, Rusya gibi ülkeler ile demokratik değerlerin kabul edilmesi nezdinde sıkı bir rekabete girilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Biden’in demokrasi vurgusunun temelini anlamak için Biden’in nasıl göreve geldiğini kısaca hatırlamak gerekmektedir. Joe Biden’in 3 Kasım 2020 seçim zaferinin Kongre tarafından tescil edildiği ve Biden’in resmen kazandığının ilan edildiği 6 Ocak 2021 Kongre oturumunun Trump destekçileri tarafından basılması, Trump’ın aradan geçen zamana rağmen seçim sonuçlarını kabul etmemesi, soyut iddialarla seçimlerde hile yapıldığını vurgulaması ve devir teslim törenine katılmayarak köklü bir siyasi teamülü yok sayması gibi olaylar hem ABD’de hem dünyada “ABD’de demokrasi öldü mü?” tartışmasının başlamasına sebep olmuştu. Hem ABD hem de dünya kamuoyu nezdinde özellikle demokrasi, anayasal devlet, anayasa yargısı gibi kavramlarının oluşmasında büyük bir payı olan, çoğu liberal demokrat rejime örnek olan ABD’de artık demokratik kurumların çöktüğünü belirten söylemi oldukça yayıldı ve ABD’deki gelişmeler büyük bir şaşkınlıkla takip edildi. Günün sonunda bağımsız ve tarafsız yargı, Trump karşısında siyasi ağırlığını koruyabilen siyasetçiler sayesinde her ne kadar Biden başkanlığı devralsa ve Trump görevi bıraksa da ABD halkının sistemlerine ve demokrasilerine olan güveni oldukça sarsıldı, dünyadaki ABD imajı oldukça zarar gördü.

Joe Biden, özellikle dış politikada demokrasi vurgusunu ön plana çıkararak ABD’de demokrasinin öldüğü algısının hem iç hem de dış dünyada etkisini kırmayı amaçlıyor. Özellikle demokratik olarak değerlendirmediği ülkelere demokrasi konusunda uyarı yaparak, bir nevi ders vererek demokrasinin küresel çapta savunucusu olduğunu hatırlatmaya çalışıyor. Biden, özellikle seçim sonuçlarını tanımayan eski bir başkandan görevi devralan bir başkan olarak ABD’deki demokrasi mücadelesini düzlüğe çıkaran bir siyasetçi olarak kendisini görüyor ve bu ülke içinde gerçekleştirdiği bu mücadeleyi dış politikada da sergilemek isteyerek başkanlık mirasını demokrasi mücadelesi olarak ileri nesillere bırakmak istiyor. Biden ne zaman yabancı bir ülkeyi demokrasi konusunda uyarsa, Myanmar ve Rusya örneğinde olduğu gibi antidemokratik uygulamalar nedeniyle bir yaptırım kararı alsa ABD kamuoyu nezdinde ülkedeki demokrasiye olan inanç daha da pekişiyor, 6 Ocak baskınının hafızalardaki etkisi daha da azalıyor ve Biden “demokrasi kahramanı” algısını daha güçlendiriyor. Bu nedenle bu demokrasi vurgusunun bir ayağı da ülke içindeki gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.

Demokrasi vurgusunun ahlaki temellerin yanı sıra anlatıldığı üzere pragmatik temellere de dayanmasının bir diğer sonucu da Biden’in demokratik uyarıları yeri geldiğinde stratejik ve pragmatik iş birlikleri uğruna arka plana alabilme kabiliyeti olarak değerlendirebiliriz. Özellikle Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’de hükümetler tarafından sergilenen antidemokratik uygulamalara ikili ilişkilere ve gelecek stratejik iş birliklerine verilen önem neticesinde yüksek perdeden tepki gösterilmemesi bir kez daha demokrasi vurgusunun, demokrasi amaçlı uyarıların, kınamaların pragmatik nedenlerle askıya alınabileceğini gözler önüne sermektedir. Bu noktada, ABD’nin bu tür uyarlarından kaçınmak isteyen ülkeler hem demokratik reformları hızlandırmakta hem de ABD ile stratejik iş birliği alanlarını genişletmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, Biden yönetiminin dış politikasını anlamak için ABD’nin iç dinamiklerini, Trump sonrası yaşanan siyasi değişimi, Biden’in iç dengeleri yaşanan süreçlerde nasıl dengelemeye çalıştığını somut bir şekilde anlamak ve bu parametreleri gözeterek politika üretmek gerekmektedir. Eğer sadece güncel uyuşmazlıklar üzerinden politika üretilirse bu politikalar ABD ile ilişkiler nezdinde uzun vadede sonuç veren, Türkiye lehine sonuç doğuran politikalar olmaktansa kısa vadeli, değişken, öngörülemez bir ikili ilişki modelinin oluşması kaçınılmazdır.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: